Öykü

N’ABER?

Masanın üstünde duran eşyalarını hızlı hızlı topladı. Gereksiz kağıtları buruşturup çöp kovasına attı. Saate baktı, 17:12 olduğunu görünce “hızlanmalıyım” diye içinden geçirdi.

[g1_dropcap size=”m”]M[/g1_dropcap]asanın üstünde duran eşyalarını hızlı hızlı topladı. Gereksiz kağıtları buruşturup çöp kovasına attı. Saate baktı, 17:12 olduğunu görünce “hızlanmalıyım” diye içinden geçirdi. Çekmeceleri açtı içindekileri düzenledi. Her şey yerli yerindeydi. Sandalyesinden kalkıp çıkışa doğru yöneldi. İş arkadaşları da aynı telaş içindeydi. Cuma gününe ulaşmanın mutluluğu ve günün yorgunluğu ile kendini dışarı attı. Metrobüs istasyonuna doğru koşar adımlarla ilerledi. Zorunlu olarak bindiği istasyon ara durak olduğundan her zaman çok kalabalık oluyordu. Hele iş çıkışlarında miting meydanını andırıyordu.

Yanılmamıştı. Gelen otobüslerden ancak dördüncüsüne insanları iterek – kakarak binebildi. Kapı ağzında, insanlarla burun buruna ayakta durmaya, bir yerlere tutunmaya çalışıyordu. Vücudunun bir çok yerine istemeyerek de olsa başkalarının temas etmesi kendisini çok rahatsız etti. “Bir erkek olarak ben çok rahatsız oluyorsam ya kadınlar ne yapıyordu?” Diye aklından geçirdi. Başını sağa sola çevirerek kadınların durumunu görmeye, gözlemlemeye çalıştı. Erkekler kadınlar her zaman olduğu gibi balık istifi olmuşlar, sallanarak, hoplayarak konuşarak bilinen hedefe doğru gidiyorlardı.

Gözüne Araplar takıldı. İçinden “Ne kadar da çok Arap var…” dedi. “Bizim kalabalığımız yetmezmiş gibi bir de bunlar eklendi. Gelenler mülteciyse mülteci kamplarında tutulmayıp Türkiye’nin her yerine niye saçıldılar? Televizyonda, bayram için Suriye’ye onbinlercesinin gittiğinin haberini duyup görüntülerini izlemişti. Bunlar Suriye’de bayram yapabiliyorlarsa Türkiye bunları yeniden geri neden alıyordu? Arap ülkelerinin bir çoğu bir tek Arap mülteci almazken Türkiye 5 milyon Arap’ı niye alıyordu? İki milyon Afrikalının ne işi vardı Türkiye’de?

Bu soruların yanıtlarını aklınca bulmaya çalışırken istasyona yaklaşan otobüsün hızını düşürmesiyle yolcular hereketlendi. Kapıya yönelenlerin arasında iyice baskılandı. Kendine uygun bir yer bulma telaşıyla sorular, yanıtlar aklından uçtu gitti.

Beş durak sonra ineceği istasyona gelmişti. Zor attı kendini dışarı. Ceplerini yokladı. Cep telefonu, parası, cüzdanı yerindeydi. “Oh çok şükür kazasız belasız, çarpılmadan otobüsten inebildim” diye geçirdi aklından.
Sonra bu duruma sevindiğine de şaşırdı.

Metrobüs durağının merdivenlerinin merdivenlerini hızlı hızlı çıktı. Evinin olduğu semte gelmişti. Caddede bir süre yürüdükten sonra bir ara sokağıa yöneldi. Cep telefonunu çıkardı. Eşini aradı.

Okan, eşi Sibel’le yaklaşık üç yıldan beri evliydi. Genel olarak iyi giden bir beraberlikleri vardı. Karısı da bir kamu kurumunda memur olarak çalışıyordu. Karı – koca tutumluydular. Hatta kenara biraz para da atmışlardı üstelik. Aile büyüklerinden, yetişkin akrabalardan “Eh artık zamanı gelmedi mi? Bu evde biraz çocuk sesi duymak isteriz” gibi gülerek söylenen sözleri sık sık duyar olmuşlardı. Sibel’in geçenlerde bebekle ilgili söylediği sevgi sözcükleri acaba neyin belirtisiydi? Anne olma duygusunun dışa vurumu olabilir miydi?

Okan, “Bir bebeğimiz olsa hiç fena olmaz” diye geçirdi aklından. “Olursa kime benzerdi acep? bana mı? Annesine mi? Ya da birinci dereceden akrabalardan dayıya, amcaya mı? Dedeye, nineye… Kime? Her neyse eli ayağı düzgün, sağlıklı olsun da kime benzerse benzesin!…” Diye düşündü. Alışveriş için markete doğru yöneldi.

Siparişleri aldıktan sonra eve doğru yöneldi. Bir apartmanın üçüncü katında kiracıydılar.

Merdiven basamaklarını çıkarken; “Bu akşam bizim için özel bir akşam olmalı bebeği getirecek leyleğe siparişimizi Sibel’i ikna ederek vermeliyiz” Dİye geçirdi aklından.
Dairenin kapısı önüne gelince zile bastı. İçeriden:

“Geldim hayatım” diyen Sibel’in sesi duyuldu. Biraz sonra kapı açıldı. Gülümseyerek: “Hoşheldin canım” dedi. Kapıdan içeri girdi. Ayağınla kapıyı kapattı. Sibel Okan’a doğru sokulurken Okan da boştaki kolunu uzatarak Sİbel’i kendine doğru çekti. uzun uzun içe doğru nefes alarak Sibel’i yanağından kuvvetlice öptü.

“Olur cancağızım” diyen Okan poşetlerin ağırlığından kurtularak banyoya doğru yöneldi. Elini, yüzünü, ayaklarını soğuk suyla yıkadı. SOğuk suyun verdiği zindelik yorgunluğunu aldı. Yatak odasında üstünü değiştirdi. Mutfağa yöneldi. Sibel mutfak tezgahında tahta üzerinde sebzeleri doğrayarak salata yapıyordu. Okanın mutfağa gelişini hisseden Sibel başını çevirince göz göze geldiler.
Okan:
“Kolay gelsiiin” diye uzatarak Sibel’e yaklaştı. Arkasından sarılarak: “Ah benim güzel karıcığım neler de yapıyormuş neler” derken iki elini Sibel’in karnı üzerinde birleştridi.
Sibel de bu durumdan hoşnut olduğunu belirten bir tavırla başını geriye doğru uzatarak yanağını yanağına dokundurdu.
“Ne yapacağım. Tabiii ki kocacığıma lezeetli yemekler yaparak midesinden kalbine gireceğim”
Okan sol elini eşinin karnı üzeride gezdirirken:
“Ah benim şaşkınım. Sen daha nerede olduğunun farkında bile değilsin…”
Sİbel başını yana doğru çevirerek:
“Hıımmm. Nerdeymişim acaba?”
“Nerede olacaksın” Dedi. 3-5 saniye bekledikten sonra daha gür bir sesle: “Seni gördüğüm andan beri kalbimdesin Oradan sonsuza kadar çıkamazsın. Kalbimde tutsaksın.
Sibel:
“Bak bak neler de biliyormuş. Nasıl da süslü laflar ediyormuş. Yoksa benim kocam bu yaldızlı sözlerikarnı acıktığı için mi söylüyor…”
“Hayır hayır asla! Bu sözler gerçeğin ta kendisi”
Okan cümlesini tamamladıktan sonra konuşadan hareketsiz durdu. Sonra sesini yumuşatarak:
“Sibel”
“Söyle canım”
“Sana bir şey soracağım”
“Sor bakalım. Ne soracağını çok merak ettim doğrusu”
Okan ellerini Sibel’in göbeğinin çevresinde gezdirerek:
“Sen bu karnını neden boş tutuyorsun?” Sibel sözü anlamazlıktan gelerek: “Eh öğleden beri açım. Biraz sonra midem yemekle dolacak.” Yok, yok, yok! Öyle demek istemedim.
“Ya ne demek istedin?”
“Okan elini mide çevresinde gezdirirken: “Benim tarif ettğim kısım burası değil. derken elini daha aşağılara indirip, gezdirerek:
“Tam da burası, buraları… Güzel mi güzel sevimli mi sevimli bir bebeğe kiraya verebilirsin.
“Aaaa çok ilginç. Bu öneriyi dikkate alsam mı? Almasam mı? Düşünmem gerekiyor” Diyerek güldü. Ardından: “Hadi sen salona geç. Buraları biraz toparlayayım. Ben de geliyorum”
Okan salona geçti, koltuğa boylu boyunca uzandı. Gözlerini kapadı. Ellerini ensesinde birleştirerek hayallere daldı.
Duygu, düşünce denizinde kulaç atarken Sibel’in sesiyle gerçek dünyaya geri döndü.
Pilav yaptım, biraz demlensin 10-15 dakika sonra yemeği yeriz” dedi. Sehpa üzerindeki kitabı eline alıp karıştırmaya başladı.
Okan ayaklarını toplayıp ters tarafa doğru uzatırken: “Haber saati gelmiş. Biraz haberlere bakalım mı? Memlekette neler olmuş bitmiş bi görelim.
“Olur canım”

Kumandaya dokundu. Az sonra siren sesleri, bağırış haykırış sesleri salonun arasında ikinci katta başlayan yangın zamanında müdahale edilemediği için diğer katlara da sıçramıştı. Apartman sakinleri, sokaktakiler trafikten dolayı geç gelen ve dar sokakta yanlış park eden araçlar yüzünden yangına yaklaşamayan itfaiye görevlilerine şiddet uyguluyordu.
İnsan çığlıkları, küfürler, bipleme sesleri, yangının her yeri saran alevleri kapkara dumanları görevlilerin olağanüstü çabaları, yumruklar, tekmeler oluk oluk ekrandan evin saolnun akıyordu.
Sİbel elini televizyondaki görüntüye uzatarak: “Bu ne terbiyesizlik, arsızlık. İtfaiye olay yerine uçarak mı gelsin? Yolları park ederek tıkayan, geçişi engelleyen itfaiyeciler mi? Bir de utanmadan dayak atmaya yelteniyorlar”
Okan sinirinden eli titreyen Sibel’i yatıştırmak amacıyla:
“Valla geçen gün görmüştüm. Aynı kafadaki adamlar kaza yerine vaktinde ulaşamayan ambulans görevlilerini dövüp, hastanelik ettiler. Yerde yatan yaralılara inat ambulansı da yaktılar, tahrip ettiler” dedi.
Eşinin sinirlerinin yatışmadığını gören Okan düğmeye basarak kanal değiştirdi.

Diğer kanalda da yüksek sesle:
“Olay olay olay! Sayın seyirciler 15 günden beri aranan küçük buse evinden 5 kilometre uzakta toprağa gömülmüş olarak bulundu.”
Haber, sunucu tarafından verilirken; yerlere kendini atan, ağlarken yüzünü gözünü yolan insanların feryatları, polisler, köpekler, jandarmalar, insan çığlıkları, yetkililerin açıklamaları ekrandan akıp duruyordu.
“Bu kadar küçük bir çocuktan ne istiyor alçaklar, şerefsizler” Diye bağırdı.
Çocuk haberinden başka bir habere geçen sunucu: Trafik ışıklarında lambanın yanmasını bekleyip trafik kuraklarına uyan köpeğin görüntüsünden sonra Sibel:
“Şu memlekette köpekler insanlardan daha iyi, daha eğitimli. Bi köpeğe bak bir de köpekten beter bu insanlara…” Dedi.

Okan’ın basmasıyla televizyon bir başka kanala geçti.
Sunucu kadın:
“Bu kadar da olmaz sayın seyirciler. Vahşetin böylesi ne görüldü, ne duyuldu. Geçinemediği eşinden boşanmak isteyen ve babasının evine yerleşen karısını, kayınpederini, kayınvelidesini, evde bulunan komşusunun iki çocuğunu vahşice katletti. Üstelik ölülerin değişik organlarını keserek parçaladı. Sonra gidip polise teslim oldu.

Buzlanmış ev içi görüntüleri içinde yerde yatan ölüler, bıçak, tabanca, suç aletleri… İnsan fotoğrafları…

Sibel:
“Ay böyle bir memlekette yaşamak istemiyorum. Topunuzun Allah belasını versin. Ulan insanlık ölmüş! Aile mi kalmış? Nedir bu erkek terörü? Senden boşanmak isteyen kadını niye zoruyorsun? Kadına şidden uygulamaya, öldürmeye ne hakkın var? Hiç ilgisi olmayan masum insanları da öldürüyorsun. Ölüye işkence ediyorsun köpek herif!
Ay köpek dedim! Köpek demek bu… bu… buna söyleyecek bir şey bulamadım. Deminki köpeğe bak! Bir de bu yaratığa bak.
Okan, Sibel’in çok gerildiğini görünce kumandasının düğmesine bastı. Diğer bir kanala geçti.

Dün gece Zeytinburnu Semtinde bir cinayet işlendi. A.K. isimli 32 yaşındaki kadın, kendisine şiddet uygulayan eşini uykuda hazırladığı kızgın yağı üzerine dökerek yaktı. Sonra da keserek, başını parçalayarak öldürdü.
Okan haberi algıladıktan sonra:
“Al işte şimdi de kadın şiddeti” Deyince Sibel sinirli:

“Değiştir değiştir şu saçma sapan haberleri… Öf! Öööf geldiler valla!
Okan ortamın havasını değiştirip haber olmayan bir kanal bulma amacıyla düğmeye basınca televizyon ekranındaki sunucu kaşlarını çatıp işaret parmağını sallayarak:

Okan Bey! Okan Bey! Kendine gel! Her istediğinde kumandanın düğmesine basamazsın Sen Sibel Hanım: Kanal değiştirerek bu haberlerden kurtulacağını mı sanıyorsun? Hangi kanala gidersen git, bu haberleri göreceksin, duyacaksın.
Daha dur bakalım size özenle hazırladığımız cinayet haberleri, tecavüz haberleri, şiddet haberleri, kedi – köpek haberleri var. İnternetten derlediğimiz, mantığı zorlayacak video görüntülerimiz var.
Milyonlarca insan bu haberleri dinleyip izliyorlar da size n’oluyor?
Oturun poponuzun üstüne de haberlerimizi uslu uslu izleyin.
Durduk yerde çıkıntılık yapmayın!

Sibel televizyondaki sunucunun azarlamalarını bir yandan hayretle izlerken diğer yandan Okan’a dönerek:
“Okan kanalı değiştir dedim sana! Ay bizi kendi evimizde de tehdit etmeye başladılar. Okan elindeki kumandanın tuşlarına hızla basarak değiştirmeye çalışırken “Allah kahretsin! Kanalı değiştiremiyorum. Kumanda çalışmıyor. Pili bitti herhalde” diye konuşurken sunusu da azarlamalarına devam ediyordu.
Sibel birden yerinden fırladı. Televizyonun fişini prizden hızla çekti. Televizyon karardı. Salonda derin bir sessizlik oldu. İki eş birbirlerine bakakaldılar.
Sibel savaştan çıkmış gibi ayaklarını sürüyerek gelip Okan’ın yanına oturdu. Eşinin gözlerine bakara:


Allah aşkına söyle bu yaşadığımız neydi? Niye böyle oldu? Aynı sahneler her evde de yaşanıyor mu?
Hem… hem… hem…” Diye kekeleyerek:
“Bu haberler, nasıl haber? ” diyerek cümlenin sonunu getirdi.
Sonra da “İnsanların anne, baba, eş, çocuk, aile, vatan, yurttaşlık, değerlerinin tümünü yok ediyorlar.
“Kim bu haberleri hazırlıyor?”
“Neden bütün kanallar aynı iğrenç haberleri kulağımıza, gözümüze, aklımıza sokuşturup duruyorlar?”
Okan:
“Gerçekten doğru söylüyorsun. Televizyonu açana kadar herşey normal yolunda gidiyordu. Ne zaman açtık televizyonu; ne moral kaldı, ne sinir. Allak bullak oldum. İnsani ölçülerim, dengelerim yerlebir oldu.
İki eş biri birlerinin yüzlerine baktılar. Yavaşça sarıldılar. Okan sözü aldı:
“Sibelciğim bu akşam televizyonu, cep telefonlarını kapatalım. Masaya da iki mum yakalım. İki kadeh de koyalım masaya… Ne dersin?
Sibel iki gözünü yumarak başını aşağı yukarı sallayarak onayladı. Okan’ın ellerini sıkıca tutup:
“Onlara inat değerlerimizi, insanlığa olan güvenimizi, kardeşlik, dayanışma duygularımızı yitirmeyelim” dedi.
İki eş hazırlık için mutfağa giderken söylenen son cümle gecenin en anlamlı sözüydü.

-SON-

Yazar hakkında

Orhan Cömert

Yorum bırak

  −  6  =  2

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.