Genel

Ortak Nokta

Küresel planlarda Türkiye’ye ne görev düşüyor?

Son yıllarda Varlık Fonu ile ilgili haberler medyada sık sık yer alıyor.

Muhalefet partileri iktidarı; fonun kuruluşu, yönetimi, denetlenememesi, hisselerinin yabancılara satışı açısından sert biçimde eleştiriyor.

İktidar konunun özüne değinmeden demogoji yaparak sorulan soruları geçiştiriyor.

Bu konuyla ilgili bir haber, Cumhuriyet Gazetesi‘nde yer aldı.

… Varlık Fonu Genel Müdürü Zafer Sönmez, milletvekillerine bir yıllık çalışmaları hakkında bilgi verdi, soruları yanıtladı… Genel Müdür Sönmez, önümüzdeki yıl İngiliz merkezli bir denetim şirketinin fonu denetleyeceğini açıkladı. Mevcut raporlarda net ekonomik verilerin yer almadığı eleştirilerine değinen Sönmez, ‘Biz Varlık Fonu’nun Yönetimi ve Yönetim Kurulu olarak denetimin yapılmasını özellikle teşvik ediyoruz. Bu sene denetimi başka bir kurum yapacak. PwC yapacak. Pricewaterhouse Coopers yapacak’ dedi. Varlık Fonu’nu denetleyecek yabancı şirket, Ziraat Bankası, HalkBank, Vakıfbank, Borsa İstanbul, Botaş, Türkiye Petrolleri, THY, PTT ve Türksat gibi stratejik kurumların hesaplarına ve kurum işleyişlerine ulaşabilecek

Cumhuriyet.com.tr – 29 Ocak 2021

Sayıştay’ın denetleyemediği Türkiye Varlık Fonu’nu yabancı şirket denetleyecek!

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bilgi veren Sönmez, oluşturulması düşünülen Danışma Kurulu’nda ABD eski başkanları Barack Obama, Bill Clinton ve Coco Cola’nın eski CEO’su Muhtar Kent’e görev vermek istediklerini fakat pandemiden dolayı bu projelerinin gerçekleşmediğini belirtmiş.

Komisyon’da CHP adına Aykut Erdoğdu söz alarak şöyle demiş:

… CHP Milletvekili Aykut Erdoğdu, Varlık Fonu’nun uluslararası denetimine tepki gösterdi. Yüksek yargı kurumu Sayıştay’ın Varlık Fonu’nun bilgilerine erişemediğini anımsatan Erdoğdu, ‘Daha önce de bağımsız denetim firmalarına bu denetimleri yaptırmak istediler ancak kamuoyuna açıklanmasa da şartlı görüşten ötesi verilemedi. Denetim yapılırsa ve bu bilgilere ulaşılabilirse bu bir ilk olacak. Esas olan Sayıştay’ın denetim yapması ama iktidar da buna müsaade etmiyor’ dedi…

cumhuriyet.com.tr -29 Ocak 2021

Devlete ait kurumların Meclis ve Sayıştay’ın denetiminden kaçırılması doğru bir uygulama değildir. Böylesi bir uygulama; yolsuzluk, adam kayırma gibi yüz kızartıcı suçları hemen akla getirir. Bir de üstüne üstlük denetim işinin, devlet kurumları varken uluslararası kurumlara devredilmesi, devlet erkinin yabancılarla paylaşılması, mandacılık anlamı taşır. Aykut Erdoğdu’nun eleştirileri haklı ve yerindedir.

Günümüzden yaklaşık 14 ay önce İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Fransa’nın başkenti Paris’e gitmişti. Belediye Başkanının gezisi medyada haber olmuştu.

Geziyle ilgili bir haberde şu bilgiler veriliyor:

… İBB Başkanı İmamoğlu, Fransa’nın başkenti Paris’te, Fransa İş Konfederasyonu’nun (MEDEF İnternasyonal) ve Institut du Bosphore üyeleriyle bir araya geldi… İmamoğlu, toplantının katılımcılarının sorularını cevapladığı bölümünde de, ‘16 milyon İstanbullunun 1 lirasını bile boşa harcatmayacağız. İBB’nin ve bağlı 28 iştirakinin uluslararası denetleme kuruluşları tarafından denetlenmesi için çalışmalara başladık. İBB’nin finansal raporları güvenilir hale gelecek’ dedi. İmamoğlu, öğleden sonra da 2009 yılında Paris’te kurulan ve Fransa ile Türkiye arasında siyasi, ekonomik ve akademik etkinlikler düzenleyen Institut du Bosphore üyeleri ile bir araya geldi. İmamoğlu, Institut du Bosphore Bilim Kurulu Eş Başkanı Augustin de Romanet ve arkadaşları tarafından ağırlandı.

İmamoğlu, İBB’yi uluslararası kuruluşların denetimine açıyor- tv5.com.tr – 02 Ekim 2019

İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ona bağlı 28 kurumunu uluslararası sermayenin denetimine açarken, Ankara’da Aykut Erdoğdu da AKP’nin Varlık Fonu’nu, uluslararası denetime açmasını eleştirip karşı çıkıyor.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

CHP’de kimin dediği doğru.

AKP yapınca yanlış, CHP yapınca doğru mu oluyor?

Sağcıların solcuların yüreklerinde beliren şu, uluslararası denetim aşkı nereden geliyor?

Bu ülkede bir kurumu denetleyecek iki tane namuslu denetmen, müfettiş yok mu?

Bu ülke bu kadar aciz ve zavallı durumda mı?

Hadi sağcıları anladık, onlar her zaman yabancılarla ortak iş tutarlar.

Ya, bizim Atatürkçülere ne demeli?

İstanbul Büyükşehir Belediyesini ve ona bağlı kurumları denetleyecek bir tane namuslu, sözüne güvenilir bir kurum yok mu?

Yoksa işin içinde başka faktörler mi var?

Kongrelerde, toplantılarda, TV programlarında; Nazım Hikmet’ten alıntılarla başlayıp, Deniz Gezmiş’le devam edip 6. Filo’yu denize dökme nutuklarını nereye koyacağız?

Nutuklarda keskin solculuk!

İşe gelince mandacılık!

Sayın İmamoğlu’nu toplantıdan sonra yemekle ağırlayan Institut du Bosphore kurumunun adındaki “Bosphore” sözcüğü dikkatimi çekti. Türkçe söyleyişiyle Bosfor…

Eski Yunan mitolojisinde, İstanbul Boğazı’nın adı.

Kurumun adı: Boğaziçi Enstitüsü olarak Türkçeye çevrilebilir.

Enstitü, 2009 yılında Paris’te “bağımsız bir Fransız” derneği olarak kurulmuş.

Her ne kadar “Fransız derneği” olarak kurulsa da kurucular bizden ve çok tanıdık.

Pekin Baran, N. Ümit Boyner, Eşref Hamamcıoğlu, Bahadır Kaleağası, Ferit Şahenk, Volkan Vural, Arzuhan Doğan Yalçındağ ve TÜSİAD kurucu olarak yer almışlar.

Derneğin ana destekçisi sigorta şirketi AXA, kurumsal destekçileri de Gropupe ADP, Horoz Nakliyat, Koç Holding, L’OREAL, TEB HOLDİNG olarak görülüyor.

Derneğin çeşitli organlarında, İş adamları, holding yöneticileri, gazeteciler, akademisyenler görev almış.

Paris Bosphorus Enstitüsü, 27-28 Kasım 2018 tarihlerinde “Avrupa- Fransa-Türkiye: Akılcı bir gelecek için ilham hikayeleri” ana temalı İstanbul’da bir seminer gerçekleştirmiş. Seminerde söz alan Başkan Bahadır Kaleağası “Dijital devrim ekonomi ve demokrasi için de muazzam değişim. AB- Türkiye ilişkileri bu dönüşümün odağında ilerlemeli. Küresel gerçekler ve milli fayda demokrat, Avrupalı ve Avrasya merkezi bir Türkiye gerektiriyor.” demiş.

Toplantıda söz alan Bilim Kurulu Eş Başkanı N. Ümit Boyner, “Popilizm (halkçılık) olarak adlandırılan aşırı akımlar ya iktidarda ya da mevcut iktidarlara hiza veren etkili konumlarda” diyerek kendince bir durum tespiti yaptıktan sonra “ekonomilerin küresel yapısıyla siyasetin ulusal ve yerel yapıları arasındaki uyumsuzluğun giderilmesi gerektiği”ni belirtmiş.

Toplantıda ele alınan sorunlar ve getirilen çözüm önerileri şu şekilde özetlenebilir:

* Yaşadığımız küreselleşme çağında, ekonomik yaşam, demokrasi anlayışları hızla değişime uğruyor.

* Dijital devrim; alışveriş, parasal ilişkileri, para hareketlerini ve her şeyi kendine bağımlı hale getiriyor.

* Türkiye-AB ilişkileri bu temelde şekillendirilmelidir.

* Türkiye AB’ye bağlı olmakla birlikte Avrasya’ya yönelik çalışmaları olan bir konumda şekillenmelidir.

* Emekçilerin, geniş halk yığınlarının refahını hedefleyen popilist (halkçı) politikalar, küreselleşmenin dolayısıyla da bizim düşmanımızdır. Bu tür politikalara son verilmelidir.

Görüldüğü gibi Avrupa’nın ve Türkiye’nin zenginleri bir araya gelerek kendi sınıf çıkarları doğrultusunda milyonlarca insanın nasıl yaşayacağını belirliyorlar.

Kitlelerin refahını gözeten halkçı uygulamaların yok edilmesi gerektiğini söylüyorlar.

Zenginlerin çıkarlarını savunması, buna yönelik çalışmalar yapması kendi açılarından doğru bir çalışmadır.

Peki, burada yanlış olan ne?

Yanlış olan, geniş halk yığınlarından halkçı vaatlerle oy alıp, seçimi kazandıktan sonra küresel güçlerin sofrasına oturarak onların isteklerini yerine getirmektir.

Son yıllarda Türkiye büyük bir değişim ve dönüşüme uğradı.

Tek Adam Yönetimi getirilerek devlet yapısı değişti.

Etnik, dini, inanç temelli olarak toplum bölündü. Aralarına kalın duvarlar örüldü.

Ekonomi talan edildi ve tümüyle dışa bağımlı hale getirildi.

Milyonlarca göçmen, mülteci getirilerek Türkiye’nin ulus devlet olma özelliği yıpratıldı.

Fabrikalar, madenler, stratejik kurumlardan sonra topraklar, sular satılmaya başlandı.

Yukarıda sayılan maddelerle uyumlu olacak partiler ve parti yönetimleri oluşturuldu.

Tüm bu sayılanların gerçekleşmesi yalnızca yerli siyasi aktörlerce yapıldığını sanmak, saflıktan öte bir anlam taşır.

Ülkemizle ilgili yerli siyasi liderlerin ne dediğinden çok yabancıların bizimle ilgili söylediklerine dikkat etmek gerekir.

Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Direktörü Hans Kluge, “ Şu an İstanbul’da Türk hükümetinin desteğiyle kurduğumuz yeni bir merkezimiz var. Adı da Pandemi Acil Durum ve Hazırlık Merkezi. Burası bölgedeki 53 ülkeye hizmet verecek. Burası bölgedeki ülkeler için önemli bir kaynak” dedi.

Demek ki İstanbul, dünyanın önde gelen dev ilaç şirketlerinin lojistik merkezi olacakmış. Bölgedeki 53 ülkeye hizmet edecekmiş.

Bölgede Türkler ve Araplar devlet olarak var olduğuna göre; Müslüman ülkeler İstanbul üzerinden aşılanacak.

Dünya Ekonomik Forumu kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı -aynı zamanda Büyük Sıfırlama Projesi mimarlarından biri olan –Klaus Schwab, “Ekonomik ve jeopolitik açıdan küresel olarak ve bölgesinde önemli bir aktör olan Türkiye, dijital dönüşüme liderlik üstlenebilir ve dijital devrimin etkilerinin en üst seviyeye çıkarılması için öncülük edebilir” dedi.

Küresel güçler Türkiye’ye, özelde ülkeyi yöneten siyasi aktörlere oynamaları gereken rolü paylaştırıyorlar.

Türkiye, Avrupa ile Asya’nın buluştuğu noktada yer alıyor.

Özellikle İstanbul, küresel operasyonun üs bölgesidir.

Bu yüzden İstanbul, uluslararası finans merkezi olacak biçimde şekillendiriliyor.

Klaus Schwab, dijital para, yüz tanıma ve yapay zeka konularında yöneticilerin eğitilmesi gerektiğini belirtiyor.

Küresel güçler, Büyük Sıfırlama dedikleri projeyi pandemi ile uygulamaya başladılar.

Çok yakın bir dönemde büyük bir ekonomik, siyasi, kültürel alt üst oluşa tanık olacağız.

Ülkemizde de bunun yansımalarını görmeye başladık.

Her alanda toplumsal bir çöküş yaşıyoruz.

Siyasi liderler, birbirleri hakkında çok büyük suçlamalarda bulunduklarına her gün tanık oluyoruz.

Biz onların yapay kavgalarını seyrederken ayağımızın altındaki halımız yabancılarca çekilip alınıyor.

İktidar ve muhalefet partileri; devlet kurumlarının ve belediyelerin yabancı şirketler tarafından denetlenmesi konusunda aynı şeyleri düşünüp, ortak hareket ediyorlar.

Küreselciler dünya egemenliğinde stratejik bir üs bölgesi olarak İstanbul’u istiyorlar.

Ekrem İmamoğlu, seçimi kazandıktan sonra soluğu Fener Rum Patrikhanesi’nde almıştı.

İlk resmi ziyaretini oraya yapmıştı.

Patrikhane’den çıkarken merdivenlerde: “İstanbul, Ankara’dan yönetilemez. İstanbul’a özel bir yasayı oluşturmamız gerekir” demişti. İmamoğlu’nun bu konuşmalarını yukarıda anlatılanların ışığında değerlendirmek gerekir.

Yazar hakkında

Ferit Gültekin

Yorum bırak

14  −  9  =  

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.