Genel

Avrupalı Erkek Gibisi Yok!

Bizden adam çıkmaz abi…

Arkadaşım elektronik posta ile bir yazı göndermiş.

Yazının başlığı hemen dikkatimi çekti.

Başlıktaki “erkek”ve “Avrupalı Erkek” sözcükleri oltanın ucundaki yem gibi duruyordu. Ben de bir kadın olarak yeme bir sazan gibi atılıp Neden Avrupalı Erkekler” yazısını bir solukta okudum.

Hay! Okumaz olaydım.

İçime bir sıkıntı çöktü, bir karamsarlık kapladı ki hiç sormayın!

Hiç kıpırdamadan öylece kalakaldım.

Sonra başım arkaya doğru düşerken gözlerim tavandaki bir noktaya odaklanmış olarak içimden;

Hey Yüce Tanrım! Bu zavallı kulunun ne günahı vardı da beni bir Türk olarak Türkiye’de yarattın! Ne suç işledim? Niye beni bir İngiliz olarak İngiltere’de veya bir Fransız olarak Fransa’da yaratmadın? Orada bir İngiliz veya bir Fransızla gönlüm hangisini seçerse onunla evlenir, masallardaki mutlu sona ulaşan prensesler gibi sonsuza kadar yaşar giderdim.’ dedim.

Oysa, kaderi kötü yazılmış bir kız kurusu olarak Türkiye’de, kazmalardan” birini seçmeye zorlanıyorum.

Bir Türk erkeği ile yapılan evlilikle, kürek tutsaklığı arasında ne fark var?

Hiçbir fark yok!

İkisi de aynı…

Biri kürek çeker, diğeri de çile…

Ya, Avrupalı erkekler öyle mi?

Tanrı onları özene bezene yaratmış ve içlerine dünyanın tüm iyiliklerini doldurup ortaya salıvermiş.

Biz Türk kadınları; dünyanın incisi, erkeklerin birincisi, Avrupalı erkeklere ağzımızın suyu akarak bakıyoruz.

Birden kendimi yüzyıllar öncesinde buluverdim.

Topkapı Sarayı’ndayım.

Haremde, Türk kızları olarak yan yana dizilmişiz.

Padişah Muhteşem Süleyman gitmiş, onun yerine dünyalar yakışıklısı kaftanlar içinde Avrupalı erkekler gelmiş. Önümüzde bir ileri bir geri dolanarak, arada bir ellerini çenelerine götürüp düşünür gibi yaparak, yan gözlerle de bizleri süzüyorlardı.

Tüm kızların kalbi, pır pır ediyordu.

İçimizden gelen bir ses, “Ah! Şu önümden geçen Brad Pitt gibi yakışıklı Avrupalı adam, beni seçse de hayatımın piyangosunu kazansam” diyordu.

Ama beklediğimiz bir türlü olmuyordu.

Adamlar parmaklarını uzatarak, “İşte şunu istiyorum.” demeyerek adeta bize işkence ediyorlardı.

Zaman durmuş, akmıyordu.

Biz sadece bekliyor, bekliyorduk.

Mutfaktan annemin, Kızım gel de iki soğan doğra!” sesiyle birden irkilerek, zamanımıza geri döndüm.

Ortada Avrupalı erkekler yoktu.

Türk erkekleri de yoktu.

Hepsini beynim uydurmuştu.

Annemin sesi, beni daldığım hayal dünyasından çekip çıkarmıştı.

Şimdi, okuduğum yazı ve ben birbirimize bakışıp duruyoruz.

Yazıda işlenen düşünceler, kesin yargılar, aşağılamalar,beynimde bir yerli diziyi aratmayan görüntülerin oluşmasına neden olmuştu.

Kadın dergilerinde, gazetelerin magazin eklerinde, köşe yazılarında bu yazıya benzer nice yazı okudum.

Neden sürekli Türk erkeği aşağılanıyor?

Neden Türk insanı olumsuz sıfatlarla anılıp yerden yere vuruluyor?

Çok merak ediyorum; Almanya’da, Fransa’da, Yunanistan’da, İtalya’da, Belçika’da kendi uluslarını insanlar böyle aşağılıyorlar mı?

Aşağıladıklarını hiç sanmam.

Örneğin, bizde olduğu gibi aşağılama amaçlı “Fransız aklı”, “İngiliz zekası” gibi deyimler var mı?

Onlarda yoksa bizde niye var?

Oturup, düşündüm.

Bazı sonuçlara vardım ve onları sizinle paylaşmak istiyorum. Önce “Neden Avrupalı Erkekler” yazısından başlayayım.

Türk Erkeği ile Avrupalı Erkek Karşılaştırması

Üç sayfalık bir yazı…

Türk erkeklerini Avrupalı erkeklerle her yönden karşılaştırmış.

Yazıda yok, yok!

Çevre, doğa, alışkanlıklar, çalışma hayatı, kitap okuma alışkanlıkları, eğlence, bekaret, seks, sosyoloji, felsefe gibi aklınıza gelebilecek her yönden taraflar incelenmiş.

Hayatın her alanı ile ilgili kesin yargıda bulunan yazarın ufacık bir kusuru var.

Türk erkekleri uzmanı vatandaş;

Doğru dürüst Türkçe bilmiyor.

Türkçenin yazım kurallarından haberi yok!

Oturdum saydım, üç sayfalık yazıda 186 yazım yanlışı var. Sayfa başı ortalama 62 tane…

Türklerle, Türk erkekleriyle kapanmamış ne tür bir hesabı olduğunu bilemediğim bu kişinin nefreti, Türk diline de uzanmış. Dilden de, dilin kurallarından da nefret ediyor.

Bu değerlendirmelerim bazıları tarafından abartılı bulunabilir.

Öznel ya da nesnel davrandığıma siz karar verin.

Sayın yazarımız, Türk erkekleri için aşağıda yer alan şu sıfatları kullanıyor.

Kısa boylu, sakallı, saygısız, trafik canavarı, yere tüküren, kıro, kıllı, dişi köpeklere eğilimli, kıskanç, maganda, yobaz, holigan, kadınların götüne odaklı, şiddet eğilimli, sarhoş, yalancı…

Avrupalı erkeklere gelince ise özellikleri şöyle sıralanmış.

Bakımlı, uzun boylu, göbeksiz, kadının ruh güzelliğine önem verir, kadın isterse yanaşır, iş yerlerinde kadınlara musallat olmaz, kitap kurdudur, çok okur, kıskanç sayılmaz, sporu spor olarak bilir, holiganlık yapmaz, kadınlarda kişilik, özellik, yetenek, akıl, bilgi arar, eşlerine sadıktır, eşini korur, kadını insan gibi görür, kadın-erkek eşitliğine dikkat eder, şiddetten nefret eder…

Nasıl?

Bir tarafta kötülük… Psikiyatri doktorunun ilgi alanına giren, insan bile denemeyecek bir yaratık.

Diğer yanda ise; erdem ve insanlığın gelebildiği en yüce zirve…

Peki öne sürülen bu düşünceler doğru mu?

Bir de konuyla ilgili istatistiklere bir bakalım:

Avrupa’nın haber kanalı Euronews haberi: “Kadına şiddet Avrupa’da da artış gösteriyor: Şiddetin coğrafyası yok”

Birleşmiş Milletler’e (BM) göre dünya çapında kadınların yüzde 35’i hayatında en az 1 kez şiddete maruz kaldı. Örgüt, ‘25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ kapsamında yayımladığı istatistiklerle, kadına şiddet konusunda küresel anlamda nasıl sınıfta kalındığını gözler önüne serdi… Eurostat’ın rakamlarına göre, kadına şiddetin her alanda yaygın olarak görüldüğü Fransa’da 2019 yılı başından bu yana en az 130 kadın eşi ya da sevgilisi tarafından öldürüldü. Bu rakam 2017 yılında 123 kadın iken, geçtiğimiz sene ise 108 olarak kayıtlara geçti. Fransa’da her yıl yaklaşık 200 bin kadının şiddet mağduru olduğu ifade ediliyor. Almanya’da 2018 yılında tecavüz, taciz ve zorla fuhuş mağduru 114 binden fazla kadın olduğu belirtilirken, yine geçen sene üç günde bir kadının yani 122 kadının öldürüldüğü duyuruldu. İtalya’da ise İtalyan Araştırma Enstitüsü tarafından yayınlanan rakamlarda kadın cinayetlerinin artış gösterdiği belirtildi. Son beş yılda 538 bin kadının eşleri tarafından fiziksel veya cinsel istismar gördüğünü duyuran enstitü, geçen sene 142 kadının öldürüldüğünü açıkladı.

tr. euronews.com/2019/11/25/kadina-siddet-avrupa-da-da-artis-gosteriyor-siddetin-cografyası-yok

Haber; Romanya, İrlanda, Birleşik Krallık, Güney Kıbrıs diyerek devam ediyor. Her ülkedeki veriler bir diğerini aratmıyor. Haberdeki “erkek şiddeti”, “kadın şiddeti” ve bu sorunun ele alış biçimi farklı bir konu olduğundan ve beni yazının ana fikrinden uzaklaştıracağından dolayı bu konuya girmiyorum.

Konuya dönersek, Türk erkeği düşmanı sayın yazarımız Avrupa’daki erkeklerin “şiddet eğilimlerini”, “suçlarını” görmüyor mu?

Görmemesine olanak yok!

Görmesine görüyor.

Ama onun derdi başka…

Onun derdi, Türk erkeğinden yola çıkarak Türk insanını aşağılamak.

Her toplumda, her insan cinsinde olumlu, olumsuz, şiddet eğimli, katil gibi unsurlar mutlaka vardır. Onların varlığından yola çıkarak bir cins, bir ulus, bir topluluk tümüyle aşağılanamaz. Böyle genelleme yapanlar art niyetlidir.

Uluslararası tekellerin ve onun yerli ortaklarının kontrolüne geçmiş haber kanallarında, dizilerde Türk erkeği her gün linç ediliyor. Kadının, erkeğin beyni yıkanıyor. Dizilerde, eğlence programlarında iki tip erkek modeli var. Biri, bağırıp çağıran, şiddet uygulayan Polat Alemdar tipi diğeri de yumuşak, gay tipi. Erkeklere iki modelin dışında seçecekleri başka bir model yok.

Dizilerde programlarda sürekli rekabet, didişme, kavga…

Olumlu bir haber, doğru dürüst insan ilişkilerini ararsanız bulamazsınız.

Kadın- erkek birbirlerine düşman ediliyor.

Kısırlaştırılmış dünyamızda, birbirimizi yememiz için sürekli kışkırtılıyoruz.

Fıkraları Hafife Almayın

Dostlarımızla bir araya geldiğimizde ortamı şenlendirmek, anlattığımızı pekiştirmek için fıkralara başvururuz. Yerine denk gelmiş, usta bir anlatıcıdan dinlenilen bir fıkra bizi neşelendirir. Bazıları da kalın bir kitapta anlatılan düşünceleri iki cümleyle karşı tarafa aktarır. Ye kürküm, ye” bir toplumsal ilişkiyi tanımladığından aradan yüzyıllar da geçse de hiç eskimeden toplumda varlığını sürdürür. Fıkraların böyle güçlü yanları da vardır.

Nasrettin Hoca fıkralarında bir duruş, hayatı yorumlayış, bir hayat felsefesi görürüz.

Fıkra, zalim bir sistemi eleştiriyorsa bu sistemi yönetenler açısından tehlikeli olur.

20. yüzyılda Hitler, Yahudiler, Stalin, Sosyalizm için üretilmiş fıkralar vardı. Geçen yüzyılın basını incelendiğinde bu fıkralardan örnekleribir köşe yazısında, mizah sayfalarında görülürdü.

Amerika’da ve Batı’da çıkan mizah dergilerinde sayfaların önemli bir bölümü Sovyetler Birliği’ne ayrılıyordu. Türkiye’de çıkan mizah dergileri Batıda üretilmiş fıkraları, karikatürleri alıp sayfalarına koyuyorlardı. Bir karikatür, bir fıkra istenileni en kısa yoldan okuyucusuna ulaştırır. Mizah, karikatür, fıkra bir tankın, topun yıkamadığını zihinlerde yıkar.

Geçen yüzyılda Hitler, Stalin,Sosyalizm yıkıldı. Yahudiler dokunulmazlık zırhına büründüler.

Batıda, sosyalizme karşı üretilen fıkraların bir benzeri Türkiye’de dillerde dolaşıyor.

Ülkemizde anlatılan örneklerden birini olduğu gibi yanlışlarıyla sunuyorum.

Feministler toplanıp bir karar almışlar. Demişler ki:

Gidip kocamıza diyeceğiz ki,

– ‘Bundan sonra kendi bulaşığını, çamaşırını kendin yıkacaksın. Ben artik karışmayacağım.’

Neyse orada bizi Türk bir kadın da varmış tabii. Kararı sırtlamış memlekete dönmüş. Aradan 6 ay geçince yeni bir toplantı yapmışlar. Başkanları alınan en son kararın uygulama sonuçların sormuş. Alman kadın:

-Gider gitmez kararı hemen kocama bildirdim. Bundan sonra kendi bulaşığını kendin yıkayacaksın. Ben hiç karışmayacağım dedim. Bir gün bir şey göremedim. İkinci bir şey göremedim. Üçüncü gün bir de baktim ki bulaşığı yıkamaya başlamış.

Fransız kadın:

-Gider gitmez kararı hemen kocama bildirdim. Bundan sonra kendi bulaşığını kendin yıkayacaksın. Ben hiç karışmayacağım dedim. Bir gün bir şey göremedim. İkinci bir şey göremedim. Üçüncü gün bir de baktim ki bulaşığı yıkamaya başlamış.

Sonra sıra bizim Türk kadınına gelmiş:

-Aldığınız karar icabı gidip kocama bundan sonra bulaşığı benim yıkamayacağımı, o devrin bittiğini, bundan sonra kendisinin yıkaması gerektiğini söyledim. Bir gün bir şey göremedim. İkinci bir şey göremedim. Üçüncü sol gözüm açılmaya başlayınca bir de baktım ki dağ gibi bulaşık beni bekliyor”

Bir İngiliz, Bir Fransız, Bir Türk” fıkralarında uyruklar değişse de Türk mutlaka sıralamanın sonunda yer alır. Yabancılar akla mantığa uygun önermelerde bulunurlar. Türk ise aptalca, salakça laflar ederek dinleyenleri güldürür. Fıkrada Türk’e düşen rol aptallık, bilim dışı davranma, görgüsüzlüktür.

Kahkahalarla güleriz.

Aslında güldüğümüz; kendimizizdir.

Gülerken içten içe aptallığı, geri zekalılığı, kabalığı, öküzlüğü, cehaleti, biz adam olmayızı da kabullenmiş oluruz.

Bu olumsuz düşünceler bizde derin bir aşağılık duygusu yaratır. Kendimizi bir Alman’dan, bir İngiliz’den, bir Amerikalıdan aşağı görürüz.

Ulusal çapta bir aşağılık duygusu edinilmeden, emperyalizmin hegemonyası gerçekleşmez.

Bu ast-üst ilişkisi benliğimizde yer edince:

Onlar üretir, bize satarlar, biz tüketiriz kazıklanırız.

Onlar düşünür proje üretirler, biz alır uygularız.

Başımızı bitten ve dertten kaldıramayız.

Türkiye’de anlatılan “Bir Alman, bir Fransız, bir Türk” fıkraları, sosyalizmin yıkılmasında kullanılan fıkralar gibi bir görevi yerine getiriyorlar.

Türk düşmanları tarafından üretilmiş yüzlerce fıkra aramızda dolaşıyor. Bu fıkralar her anlatıldığında bizden bir şeyleri yıkıyor.

Ulusal gururumuz yıkıldıkça, aşağılık duygusu içinde debelendikçe;

Alanya’da Almanların, Rusların çoğunluğu oluşturmasına,

Fethiye’yi Fransızların almasına,

Çanakkale’de Anzaklara arazi satışlarına,

GAP arazilerinin İsrail’e satılmasına,

Kanal İstanbul çevresinin Araplara satılmasına sevinir, üstüne göbek atarız.

Yazar hakkında

Yonca Fırat

Yorum bırak

2  ×    =  12

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.