Genel

Vallahi Değişim Şart!

Vallahi de şart! Billahi de şart!

Uçan Çuval”, hayatının en kötü gecesini o gün yaşamıştı.

Oysa geriye dönüp baktığında birçok insandan daha başarılı sayılırdı. 53 yaşına geldiği bu yılda, başkalarının gıptayla baktığı ve hayalini bile kurmadığı, kuramadığı makamlara gelmiş ve kartvizitine, “siyasetçi ve iş insanı” ibarelerini yazdırabilmişti.

Sokaktaki insanlar, onu daha çok siyasetçi kişiliğiyle tanıyorlardı.

“Uçan Çuval”, kamuoyunda bilinen siyasetçi özelliğinin yanında “iş insanı” olabilmek için çok ter akıtmıştı.

Öncelikle bu işin ilmini, okuduğu okulda alarak balıklama iş hayatına atılmıştı.

İyi köfte yapardı.

Hatta yaptığı köfteler o kadar meşhur olmuştu ki, hemşehrisi Recep Tayyip Erdoğan bile dükkana gelip o lezzetli köftelerden yemişti.

Şu Karadenizlilerin olmazsa olmazı olan bir özellikleri de “inşaatçı” olmalarıydı.

Hemşehrisi Recep Tayyip Erdoğan gibi “Uçan Çuval” da inşaat işine çok meraklıydı.

İstanbul’un değişik semtlerinden arsa, daire ne varsa toplamaya başladı.

En büyük merakı, Edremit körfezinde ve Kaz dağlarındaki araziler ve arsalardı.

Ucuz, pahalı ne bulursa topladı.

Millet Kaz dağlarında eylem yaparken o durmadan arsa topladı.

Hani şarkıda diyordu ya, “Güneş topla benim için” o da arsa, arazi topladı.

İş İnsanı” ve “Siyasetçi” olmasında hangisinin belirleyici olduğu bilinmez ama Türkiye’de parasız siyasetin yapılamadığını yaşadığımız örneklerden görüyor ve biliyoruz.

Uçan Çuval”ın kim olduğu sorusunu sorduğunuzu ta buradan duyar gibiyim.

Lafı daha fazla uzatmadan söyleyeyim:

Ekrem İmamoğlu.

Yine “Ekrem İmamoğlu’nun “Uçan Çuval”lığı nereden geliyor?” diye bir soru soracak olursanız cevabım hazırdır.

Gençliğinde Kıbrıs’da okurken Limasol Spor Kulübü’nün kaleciliğini yapmıştı. Arkadaşları ona “Uçan Çuval” lakabını takmışlardı. Boy olarak kaleciliğe uygun olmayan Ekrem’in, “çuval” olarak çok gol yediğini benzetmeden çıkarabiliyoruz.

“Çuval Ekrem”, hayatının en zor gecesini 28 Mayıs akşamı yaşamıştı.

Hayat ne güzel akıp gidiyordu.

Yaşadığı her gün, başarı halkalarına bir yenisini ekliyordu.

Kurgulanan hayatında İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’na sıçrayacaktı.

Ama olmadı.

Hayaller yıkıldı.

Cumhurbaşkanı Yardımcılığı görevi suya düştüğü gibi, bir zamanlar köfte yedirdiği Erdoğan, siyasi hayatını bitirecek davayı tepesinde Demokles’in kılıcı gibi tutuyordu.

Bir şeyler yapmalıydı.

Hayatında yeni kanallar açmalıydı.

Yatağında 28 Mayıs akşamı hep bunları düşündü.

Yanında sevgili eşi Dilek, seçim kampanası dönemindeki yorgunluğunu uyuyarak atıyordu.

Dilek’in nazlı nazlı uyuyuşunu seyreden “Çuval Ekrem”, yorgun ve sıkıntılı, yatak odasındaki nesnelere boş boş bakıyordu.

Birden odadaki değişimin farkına vardı.

Dilek Hanım, yatak odasındaki eşyaların yerlerini değiştirmişti. Eski hâlini düşününce yeni dekorasyonu daha güzel bularak ‘Dilek hangi ara bu değişimi yaptı?’ diye içinden geçirdi.

Birden karısını öpmek istese de uyandırırım endişesiyle bu fikrinden vaz geçti.

Hayatta küçük değişikliklerin bile insanı nasıl mutlu ettiğini düşündü.

Birden aklında şimşekler çaktı.

Uzun geçen saatlerden sonra sihirli sözcüğü bulmuştu.

Evet, değişim şarttı.

Bir yatak odasında olan değişim onu nasıl memnun ettiyse, ülkede ve partideki bir değişim de umutsuz insanları yeniden harekete geçirebilirdi.

Sihirli sözcük, değişimdi.

Kastlaşmış ve donmuş partinin ilacı değişimdi.

“Uçan Çuval”ı sıkışmışlıktan kurtaracak ve ona yeni kapılar açacak sözcük de değişimdi.

Sevinçten havalara uçuyordu.

Yatak üstünde, kalecilik yıllarında olduğu gibi uçmamak, yerinde tepinmemek için kendini zor tuttu ve usulca kalkarak salona geçti.

Ertesi gün, bütün kanallar, “Uçan Ekrem’in” değişim projesini verdiler.

Uçan Çuval” işaret parmağını havada sallayarak, “Parti eskisi gibi, eski alışkanlıklarıyla yola devam edemez. Değişim şart! Değişim kaçınılmaz. Değişmeyen, değişimin kendisidir. Partide bir büyük değişimi başlatıyorum. Buna inanan herkes peşime takılsın!” nutkunu attı.

Yediği seçim dayağından ötürü yere serilmiş umutsuz seçmen, televizyondan bu tarihi çağrıyı duyunca hemen umutlanarak yattığı yerden doğruldu.

Partide yine bir Karaoğlan çıkmış, onları bir mesih edasıyla kurtaracağından söz ediyordu.

Çıkmayan canda umut vardı.

Umutsuz yaşanmazdı.

Ne diyordu Can Yücel, bir şiirinde?

“Umut bir denizamıdır.
Bir açılır, bir kapanır.
Bir açılır, bir kapanır.”

CHP’li seçmenin duyguları da aynı bir denizamı gibi yıllardır bir açılıp bir kapanıyordu.

Bir Başka Evde…

Aaahh!

Ne zor şey, hayallerin bir gecede yıkılması…

Ne güzel ülkenin First lady’si olacaktı.

Herkesin özendiği, hayallerini kurduğu köşkte yaşayacak, o ülke senin bu ülke benim demeden ülke ülke dolaşacak ve dünyanın saygın gazetelerinde boy boy resimleri çıkacaktı.

Yalnız kaldığında, yastığa başını koyduğunda kurduğu nice hayaller bir gecede yıkıldı.

Yanında yatan ve arada bir garip sesler çıkaran bu adam, ona bu hayalleri yaşama şansı verememişti.

Selvi Hanım’ı bu duygu ve düşünceler adeta boğacak gibi oluyordu. Daha fazla dayanamayıp yatağından doğrularak mutfağa doğru yöneldi. Mutfağa doğru giderken o mekanda yaptıkları video çekimleri aklına geldi.

O videolar, o sıradan mutfak görüntüleri vatandaşın çok dikkatini çekmişti.

Övgü dolu twitler, Selvi Hanım’da epey umut yaratmıştı.

Mutfağa girince dolaptan buz gibi bir su içti.

Soğuk su, boğazından aşağı doğru inerken kötü olan duygu ve düşüncelerini de alıp götürdü. Bardağı yeniden doldurarak salona yöneldi. Yüreğini daraltan düşüncelerini dağıtma umuduyla televizyonu açtı.

Televizyonda yandaş basın ve kocasını destekleyen tüm kanallar, “Uçan Çuval”ın basın açıklamasını veriyorlardı.

Adam, “Değişim şart!” diyordu. Ardından, “Partide ve ülkede köklü bir değişim olmadan bir yere varamayız. Değişim istiyorum, bunu mutlaka gerçekleştireceğim.” diyordu.

Selvi Hanım’ın ağzından, “Gıcık!” sözü döküldü ve “Seçimin ertesi günü adamın yediği naneye bak!”diye aklından geçirdi.

Adam adeta meydan okuyordu. Kocasının bunca yıldır oturduğu koltuğa göz dikmişti. ‘Biz yatağımızda mışıl mışıl uyurken birileri uyumamış, gecenin karanlığında kumpas kurmuş.’ diye düşündü.

Bu beklenmeyen durum, hayatını, geleceğini, özellikle ailesini açıkça tehdit ediyordu.

Sürece hemen müdahale edilmeliydi.

Derin uykularda olan koca, haberdar edilmeliydi.

Hızlı adımlarla yatak odasına doğru yürüdü ve yatakta yan yatmış uyuyan adamı dürterek ve silkeleyerek, “Kemal! Kemal! Kalk! Sana karşı darbe yapılıyor!” diye feryat etti. Vücudu Selvi Hanım tarafından sarsılan ve yüksek sesle uyarılan Kemal, bir an uyku ve uyanıklık arasında gelip giderken “darbe” sözünü duyar duymaz yatağından fırladı. “Ne? Ne? Ne darbesi?” diye sayıkladı.

Selvi Hanım, Kemal’in uyandığını gördüğünde sarsmayı bırakarak, “Ne olacak! Seninki daha karga bokunu yemeden sabah sabah bayrak açmış. Seni değiştirecekmiş.” Kemal, duyduğu sözlerden anlamlı bir sonuç çıkarmaya çalışırken gözlerini ovuşturarak, “Kim? Kim değiştirecek? Tayyip mi?” dedi.

Selvi Hanım, ellerini beline koyarken Kemal’in gözlerine bakarak,” Tayyip’i geç! Parti içine gel! Kim olacak? Senin evlat deyip bağrına bastığın adam!” dedi.

Kemal, “evlat” lafını duyar duymaz ağzından “Ekrem” sözcüğü döküldü. Selvi Hanım, mesajın karşı tarafça algılandığını görünce, daha yumuşak bir sesle, “Ekrem yaaa… Siyasette vefa yoktur derler, gerçekten doğruymuş.” dedi.

Bu arada Kemal yatağın ortasında bağdaş kurup sessizce önüne bakmaya başladı. Kötü haberi duyan Kemal’in, yumruğunu havada sallayarak tehditler savurmasını beklerken aksine arpacı kumrusu gibi düşünmesini bir süre seyreden Selvi Hanım, daha fazla dayanamayarak, “Ne o, şok oldun galiba?” dedi.

Kemal, başını kaldırmadan önüne bakarak, “Ben böyle bir ihanete bu partide çok alışığım. Bu beni üzmez. Ama sana karşı mahcup oldum. Bu yüzden yüzüne bakamıyorum. Beni affet!” dedi.

Selvi Hanım, merakla sesini incelterek, “Niye mahcup oldun bakayım?”deyince Kemal, pijamasının kıvrımlarıyla oynayarak, “Seni bu coğrafyanın baş kadını yapamadığıma yanıyorum. O yüzden sana karşı mahcup olduğumdan yüzüne bakamıyorum.” diyebildi.

Selvi Hanım, kocasının bu sözlerinden gurur duydu ve Yatak içinde kamburunu çıkararak oturan adamın başını okşarken, “Hadi kalk! Kalk! Kalk bi yüzünü, gözünü yıka, ben de bi çay koyayım. Kahvaltı yapalım da kendimize gelelim.” dedi.

Adam yüzünü yıkamak için banyoya yönelirken, Selvi Hanım, çay suyunu ateşe çoktan koymuştu.

Kahvaltı yapılırken sağa sola telefonlar da edildi. Hemen hemen aynı şeyler söylendiğinden olsa gerek Kemal Bey de aynı cümlelerle karşı tarafa yanıtlar veriyordu.

Yalnız bu konuşmalardan birisi diğerlerinden çok farklıydı. Selvi Hanım bu sesi gayet yakından tanıyordu. Telefonun karşı tarafındaki adam, “Kemal Bey! Bu durumdan dolayı zerrece üzülmenizi istemem. Zaten bu adamdan böyle bir hamle bekliyorduk. Beklediğimiz hamle seçimin ertesi günü, bugün geldi. Hoş geldi, sefa geldi. Vız gelir, tırıs gider. Biz böyle adamlarla mücadele ederek bu noktalara geldik. Onlara kendimizi yedirmeyiz. Demek ki, ‘Değişim’ diyor. Evet güzel bir kelime. Bu lafı biz de sever kullanırız. Bakın Kemal Bey, bir fikri, bir düşünceyi yıkmanın da yolları var. Bir fikri, bir kavramı yıkmak istersen onu ele alırsın ve uç noktalara götürerek, karikatürize ederek komikleştirirsin. Ondan sonra bu kavram ve düşünce savunulamaz hale gelir. Yarından tezi yok biz Ekrem’den daha çok değişim taraftarı olacağız. Her cümlemize başlarken besmele gibi değişim diyerek başlayacağız. Değişim lafı çok edilecek ama biz yerimizde kalacağız ve bizim müsaade ettiğimiz oranda bu partide değişim olacak. Hani eskiden İnönü zamanında, bir valimiz, çok bilmiş bir gence, ‘Bu memlekete komünizm lazımsa onu da biz getiririz. Siz hiç uğraşmayın.” demişti ya işte onun gibi bizim partiye özgürlük, demokrasi, değişim, dönüşüm ne varsa, ne lazımsa onu da biz getiririz.” dedi.

Bu uzun konuşmanın ardından Kemal Bey’in yüzüne mutluluk çizgileri geldi, oturdu.

Kemal Bey, bu konuşmayla aklındaki birçok soruya cevaplar bulmuştu. Kısa zamanda ne yapacaklarını bile belirledi. Elini masaya haffifçe vururken karısının gözlerinin içine bakarak, “Hanım! Hanım! Çayın da pek güzel olmuş. O güzel çaydan, o güzel ellerinden bir bardak daha içebilir miyim?” dedi.

Not: Kahvaltı masasındaki çay bitti ama bizim öykü bitmedi. Daha devam edecek.

Yazar hakkında

Işın Çakırca

Yorum bırak

30  −  20  =  

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.