Genel

8 Mart’tan Geriye Ne Kaldı?

Türkiye’deki kadın örgütleri, burjuvazinin kontrolündedir.

Dünyada her yıl 8 Mart, kadınlar tarafından kapalı salon toplantılarında ve alanlarda kutlanıyor. Bu özel günde kürsüye çıkan kadın temsilciler kadınların sorunlarını, taleplerini dile getiriyorlar.

Geçen yüz yıl içinde kapitalizm biçim değiştirerek küreselleşti.

Çok uluslu küresel şirketler, her yere egemen oldular. Ellerinde bulundurdukları devasa ekonomik gücü silah olarak kullanarak ulus devletlerin yöneticilerini istekleri doğrultusunda yönlendirerek ülkeleri yağmalıyorlar.

Teknoloji değişti, bu arada insanların yaşam biçimi ve düşünceleri de değişime uğradı. Yöneticilerinin ihaneti ve kapitalizmin entrikaları, ablukası sonucunda sosyalist sistem de çöktü.

Bu kadar değişimin, dönüşümün, yıkımın yaşandığı zaman diliminde kadın hareketinin niteliği de değişime uğradı.

17 Ağustos 1907 yılında Avrupa’dan ve ABD’den sosyalist parti temsilcisi kadınlar, Uluslararası Kadınlar Konferansı’nı Stuttgart’ta topladılar. Aynı nitelikteki toplantılar, 1910’da Kopenhag’ta, 1915 yılında Bern’de, 1917’de Stockholm’de yapıldı.

Amerika Sosyalist Partisi, 28 Şubat 1909 yılında New York’ta Kadınlar Günü düzenledi.

1910 yılında Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansında yılın bir gününün Kadınlar Günü olarak kutlanması fikri tartışıldı. Clara Zetkin ve arkadaşlarının bu önerisi, herhangi bir gün belirlenmeden kabul edildi. 1917 yılında gerçekleşen devrimden sonra 1921 yılında toplanan 3. Komünist Enternasyonal’de 8 Mart tarihi, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak belirlendi. 1930’lu yıllarda Avrupa’da yükselen faşizme karşı kurulan “Faşizme Karşı Birleşik Cephe” ye diğer çevrelerin de katılımının sağlanması için günün adı Dünya Kadınlar Günü olarak değiştirildi.

2. Dünya Savaşı sonunda iki kamp ortaya çıktı. Uzun süren Soğuk Savaş döneminde Batı kapitalizmi, sosyalist ülkelere karşı uyguladığı ideolojik savaş ve yıkıcı faaliyetlerde başarılı oldu. Ayrıca sosyalist ülkelerdeki yönetici kesimin kısa zamanda yozlaşarak devrimin engeli haline gelmeleri, kapitalizmin işini kolaylaştırdı. 1970 yılında Roma’da Batılılarla Ruslar arasında yapılan toplantıda, sosyalizmin tasfiyesi ve Tek Dünya Devleti kurulması kararı alındı. Alınan bu karar doğrultusunda Varşova Paktı’nın ve SSCB’nin tasfiyesi 20 yıl içinde gerçekleşti.

8 Mart uzun yıllar, sosyalist çevreler ve işçi sendikaları tarafından kutlandı. Batılı devlet yöneticileri, emekçilere ait olan bu günü yasaklama yoluna gittiler. 1960’lı yıllarda Dünya Kadınlar Günü, Avrupa’da ve Amerika’da kitleler tarafından sokaklarda kutlanmaya başlanması üzerine Birleşmiş Milletler 16 Aralık 1977 yılında Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kabul etti.

Sosyalist partiler ve emekçi kadın hareketi; 8 saat çalışma süresi, hamile kadınlara doğum öncesi ve sonrası izin ve çocuğunu emzirme, çocukların çalıştırılmasının yasaklanması, kadınların seçme ve seçilme hakları gibi talepler doğrultusunda mücadele ettiler.

19. ve 20. yüzyılda kadın işçiler özellikle tekstil sektöründe 12- 14 saat süren uzun çalışma süreleri sonunda aynı işi yapmalarına rağmen erkek işçilerden daha az ücret alıyorlardı. Bu dönemde haftalık çalışma süresi ortalama olarak 73 saatti.

1850’li yıllarda ABD’de on binlerce tekstil işçisi, çalışma saatlerinin 10 saate indirilmesi ve çok ağır olan çalışma koşullarının değiştirilmesi talebiyle greve gittiler. Tütün işçileri de tekstil işçileri gibi aynı taleplerle greve çıktılar. Yapılan bu grevlere polis acımasızca saldırdı. Gelişmiş kapitalist ülkelerde kadın – erkek işçiler sefalet koşullarını değiştirmek ve daha iyi bir yaşam için kıyasıya bir mücadeleye girdiler. Ekonomik koşulların değiştirilmesi mücadelesi; zaman içinde işçiyi, emekçiyi ezen kapitalist sömürüye son verecek olan bir mücadeleye evrildi. İşçiler, kendilerine ait derneklerde, sendikalarda ve partilerde örgütlenerek sosyalizm için kavgaya tutuştular. Kapitalizme karşı kadınlar ve erkekler aynı örgütlerde birlikte mücadele ederlerken kadınların sistemden kaynaklanan özel eşitsizliklerine son vermek için ayrıca kadın örgütleri de kurmaya başladılar. Bu kadın örgütlerinde kapitalizm, sonu gelmiş ve yıkılması gereken bir sistem olarak tarif ediliyordu. Burjuvazi, kapitalist sömürüye karşı kadın ve erkeğin birlikte mücadele vermesini, feminist örgütler yaratarak ve kadın hareketini feminist kanala yönlendirerek böldü. Bu amaç doğrultusunda feminist harekete rehberlik yapacak kitaplar piyasaya sunuldu.

Feminist kadın hareketi; içinde yaşanılan kapitalist sistemi ve kadın cinsi arasındaki sınıfsal farklılıkları yok sayarak kadının karşısına düşman olarak erkek cinsini koydu. Kadın işçiye yanı başında aynı tezgahta çalışan erkek işçi, sırf erkek olduğu için düşman kategoride gösterilirken bir holding patronu kadın burjuva da dost ilan ediliyordu.

Kadın cinsinin, binlerce yıldır erkek karşısında ikinci derecede bir insan olarak birçok haktan mahrum olduğu bir gerçektir.

Yaklaşık olarak günümüzden 3 bin yıl önce kadınların egemen olduğu anaerkil düzen yıkılmış ve imtiyaz erkeklerin eline geçmişti. Friedrich Engels, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı eserinde, kapitalizm koşullarında modern karı – koca ailesinin açık veya gizli olarak kadının “evcil köleliği üzerine” kurulduğunu belirterek “Aile içinde erkek, burjuvadır; kadın, proletarya rolünü oynar.” der. Kadını ezen ve onu hukuksal olarak ikinci sınıf bir vatandaş konumunda tutan kapitalist üretim ilişkilerinin son bulduğu ve kadının her türlü hukuksal haklara sahip olarak kadın – erkek eşitliğinin tam olarak sağlandığı, kadın cinsinin üretim sürecine katıldığı koşullarda kadın tam olarak özgürleşeceğini söyler.

Sosyalist teori; kapitalizm koşullarında kadına verilen ev işlerini, sosyalist bir yönetimde aşevleri, çamaşırhaneler kurarak ve çocuğun bakımını devlet üstlenerek aşmaya çalıştı.. Sosyalizmin gelişmiş kapitalist ülkelerin yerine Rusya, Çin gibi geri ülkelerde gerçekleşmesi ve ekonominin çok geri durumda olması, savaş gibi nedenlerden dolayı bu hedef yeterince hayata geçirilemedi..

Sonuç olarak feminist düşünce, yaşanılan kapitalist rejimle uğraşmadan erkeğe karşı verilecek bir savaşı savunuyor.

19. yüzyılın sonlarında gelişmiş ülkelerde meydana çıkan feminist hareket bugünlere kadar geldi. Kapitalizmin yarattığı koşullar varlığını devam ettirdiği sürece kadın sorunları da kadın hareketleri de olacaktır. 20. yüzyılda sosyalist hareketin güçlü olduğu dönemlerde kadın hareketi ve emek mücadelesi birlikte yürüdü. 1970’li yıllarda sosyalizmin kapitalizm karşısında havlu atmasından sonra kadın hareketinde kapitalist düşünceler hakim olmaya başladı.

Türkiye’de de 65-80 yılları arasında güçlü olan sol hareketin içinde kadın örgütleri de vardı.

Özellikle TKP’nin kadın hareketi olan İlerici Kadınlar Derneği, kitleselliği yakalayarak başarılı oldu. Sol hareket içinde yer bulamayan feminist görüşlerin yolu, 1980 darbesinden sonra açıldı. Darbenin yarattığı ağır yenilgi koşullarında feminist görüşler, sol örgütlerde, sendikalarda taraftar bulmaya başladı. 2024 yılını yaşadığımız bu günlerde Türkiye’deki kadın hareketi tümüyle feminist hareket tarafından ele geçirildi. Geçmişin ünlü Marksist- Leninistleri şimdi feminist oldular ve feminizm üstüne ahkam kesiyorlar.

Feminizm tek bir görüş altında toplanmış bir hareket değildir. Onun dünyada liberal feminizm, radikal feminizm, pop feminizm, Anarko feminizm, sosyalist feminizm, lezbiyen feminizm, seks radikal feminizm, siyah feminizm, üçüncü dünya feminizmi, trans feminizm gibi daha sayamadığım onlarca çeşidi var.

Her birinin ortak olan özellikleri, sınıf mücadelesini inkar etmeleri ve erkeği düşman olarak karşılarına almalarıdır.

Türkiye’deki kadın örgütleri, feminizmi esas alan çevrelerce ele geçirildi. Sol örgütlerde sağ ideolojinin egemen olmasıyla birlikte Batı dünyasından gelen sosyalizm düşmanı fikirler egemen olmaya başladı. Avrupa’dan, Amerika’dan ithal edilen; çok kültürlülük, etnik, dini aidiyetin kutsallaştırılması ve ulus devlet düşmanlığı, LGBT hareketi, Queer düşünce, mülteciliğin savunulması, küresel ısınma gibi görüşler yaygınlaştırıldı. Bu fikirlerin yaygınlaşmasında holdingler, bankalar, işveren kuruluşları, gereken ortamı sağladılar. Ayrıca ABD, AB, özellikle Alman ve İsveç büyükelçiliklerinin kurduğu vakıflar, bu adı anılan çevrelere milyonlarca dolar yardım ederek onları finanse ettiler. Artık sol örgütlerde emperyalist kurumlardan para almak ayıp bir şey değil. Alınan bu paralar, utanmazca savunuluyor. Biz Horozlu Ayna olarak ve üzülerek, ‘Türkiye’de sol bir hareket yoktur var olanlar da emperyalizmin kontrolünde mandacılık görevi yapmaktadırlar.’ diye boşuna demiyoruz.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, 186 şubesiyle ve 50 binin üstünde üyesiyle en yaygın kadın örgütlerinin başında yer alıyor ve Başkanlığını da Canan Güllü temsil ediyor.

Canan Güllü’ye 2021 yılında Amerika’nın Ankara Büyükelçisi’nin önerisiyle Amerika’da Uluslararası Cesur Kadınlar Ödülü, Dünya Kadınlar Günü’nde verildi. Ödülü bizzat First Lady Jill Biden ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından takdim edildi. Türkiye’de devletin başındaki kişi, Yahudilerden “cesaret madalyası” alırken, bir kadın sivil kadın toplum kuruluşunun başındaki kişi deAmerikalılardan “cesaret madalyası” alıp göğsüne takıyor.

Elin Amerikalısı durduk yerde bir kadın örgütünün liderine ödül vermez. Federasyonun internet sitesine bakıldığında ABD Elçisinin Canan Güllü’yü neden seçtiği hemen anlaşılıyor.

Bir başka örgüt, SES (Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu)…

O da yabancı vakıflar tarafından fonlanıyor. Kurumun sitesinde bizi Kızıl Goncalar dizisi ve Gülten Kışanak övgüsü karşılıyor. Biraz daha ilerlediğimizde İngilizlerin dünya çapında kurdukları ve örgütledikleri WOW (Dünya Kadınlar Festivali) nin İstanbul’da gerçekleştirdikleri bir toplantının haberi karşımıza çıkıyor.

Toplantıyı SES (Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu ile Standart Chartered birlikte gerçekleştirmişler. Bu etkinliğe bizim solcuların son peygamberi olan Osman Kavala’nın başkanlığını yaptığı Anadolu Kültür Derneği de katılmış. Hakkını yemeyelim, İslamcı feminist olan Havle Kadın Derneği de katılımcılar arasında yer alıyor. ‘İslamcı feminist de mi var?’ diye aklına soru işareti takılanlara derneğin faaliyet alanları hakkında kısa bir bilgi vereyim. Dernek içinde örgütlenmiş İslamcı feministler, “erkek egemenliğinin savunulduğu ve değişmez kuralara bağlandığı ayetlere” karşı kahramanca feminist bir mücadele yürütüyorlar.

Eh! Ne diyelim?

‘Allah onların mücadelesini muzaffer eylesin!’ demekten başka bir şey elimizden gelmez.

Genel olarak kadın kuruluşlarının internet sitelerine bakıldığında ilk göze çarpan şey, LGBT+ bayrağı ve Kürtlere ait haberlerdir. İstisnasız tüm kadın mücadele platformlarında LGBT+’yi savunmak Allahın ilk emridir. İkinciside “Kürt isyanının” kayıtsız şartsız desteklenmesidir.

Kürt mücadelesini temsil eden kişiler ve kuruluşlara dair haberler, sitenin değişik yerlerine serpiştirilerek kadın mücadelesinin bir bileşeni ve ayrılmaz parçası olarak sunuldukları görülüyor. Verilen uluslararası haberlerde; kapitalizmin siyasi, kültürel temsilcileri sırtlan kimliğinden sıyrılarak kuzu postuna büründürülüyor. Türkiye’deki banka, holding yöneticileriyle kol kola çekilen fotoğraflarla bu çevreler, kadın dostu olarak sunuluyor.

İslam dünyasında ve özelde Türkiye’de kadın hakları konusunda en büyük adımları atan ve bunu gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk, bu sayfalarda kendisine asla yer bulamaz. Aksine yeri geldiğinde “bürokratik, otoriter, tekçi, demokratik olmayan baskıcı rejimin temsilcisi” sıfatlarıyla olumsuzlanır. Kitlelere dönük konuşmalarda ise zorunlu olunduğunda laiklik ilkesi hatırlatılarak geçiştirilir.

Yeni Anayasa tartışmalarının yapıldığı bugünlerde bu kadın örgütlerinin tümü, sivil anayasa diyerek PKK’nın “eşit vatandaşlık” ilkesini savunuyorlar. Bu kadın örgütlerinin sayfalarında; ulus devlet, göçmen istilası, Türkiye’nin demografik yapısının değiştirilerek Türk ulusunun bu topraklardan tasfiye edilmesi çabalarını göremezsiniz.

Bu kadın örgütlerinin savunduğu ilkeler ve görüşler; erkeğe de düşmandır, kadına da düşmandır.

Yüz yılı aşan bir süreyi içinde barındıran kadın mücadelesi; erkeklerle aynı eşit haklara sahip olunduğu, sömürüsüz, sınıfsız, özgür bir toplumda yaşama isteği yavaş yavaş sönümlendirildi.

Uluslararası kapitalist çete, ellerinde bulundurdukları para ve medya gücü ile insanların bilincini karartarak onları bir koyun sürüsü gibi uçuruma doğru sürüklüyor.

Kadınlar, erkeklere düşman olarak ve onlardan nefret ederek hiçbir yere varamazlar ve olsa olsa ancak küresel çetenin oyuncağı olurlar.

Kadın hareketi genel olarak; dünyada küresel kapitalizmin saldırılarına karşı göğüs germek ve yerelde onların işbirlikçisi olan burjuvazinin ulus devleti tasfiye etme girişimlerine, her türlü etnik milliyetçiliğine, mezhepçiliğine de karşı durmak zorundadır.

Bunun yolu da, öncelikle bu kadın örgütlerini tanımaktan ve onların uluslararası bağlantılarını deşifre etmekten geçiyor.

Yazar hakkında

Yağmur Bayraktar

Yorum bırak

48  +    =  53

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.