Medya

Ertuğrul Özkök’ün Moro’nun Annesine Verdiği Siyaset Dersi

Kaptan emeklisi, taze siyasetçilere siyasetin inceliklerini öğretiyor.

Ertuğrul Özkök, Doğan Medya’nın amiral gemisi olan Hürriyet’in yıllarca Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapmış liberal görüşlü ve her zaman iktidar yanlısı olmuş bir gazetecidir.

Yıllar içinde biriktirdiği deneyimleriyle düşüncelerini harmanladığı yazılarını okuyarak, her biri inci tanesi değerindeki görüşlerini öğrenme fırsatını yakalamış oluyoruz.

Hayatımın hiçbir döneminde Atatürkçü olmadım.” diyen gazetecimizin bu sözlerinden kurnaz biri olduğu ve aynı zamanda dünya – ülke siyasetinin gidişini de doğru okuduğunu da anlıyoruz.

Atatürk bu ülkede 10 Kasım 1938’de gözlerini kapadığında iktidara yeni gelenlerin gözünden de düşmüştü.

İsmet İnönü, Ertuğrul Özkök’ün hayata yeni geldiği 1947’li yıllarda Türkiye’yi ABD’ye pazarlarken aynı zamanda beline yeşil kuşak bağlamaya çalışıyordu.

Ertuğrul Özkök Atatürkçü biri olsaydı; Hürriyet gazetesinde ancak çaycı olabilirdi.

Ertuğrul Özkök Atatürkçü olsaydı; “Ben, 100 dolardan da ucuz bir şarabı ağzıma koymam.” cümlesi dudaklarından asla dökülemezdi.

Öğrencilik yıllarında solculuğu Yalçın Küçük’ten, 1980’li yıllarda liberalizmi Turgut Özal’dan, 2000’li yıllardan itibaren de muhafazakarlığı, demokrasiyi Recep Tayyip Erdoğan’dan öğrenmiş olan gazetecimiz, geçtiğimiz günler içinde Moro’nun annesine öyle bir siyaset dersi verdi ki, bütün gazete ve haber siteleri bu muhteşem derse sayfalarında yer vermek zorunda kaldılar.

Hemen “Moro kim, annesi kim?” diye soru soranlara hemen açıklayayım.

Önce anneden başlayalım açıklamaya.

Anne; İzmir Çeşme Belediye Başkanı olan Lâl Denizli, çocuğu da Moro

Moro deyince hemen aklınıza bir insan gelmesin, Moro bir köpek.

CHP’li Lâl Denizli, evladı Moro’yu makam koltuğuna oturtup bir gün boyunca Çeşme Belediyesi’ni birlikte yönetmişlerdi.

Ben de “Hadise’nin Donu ve Lâl’in Köpeği” adlı yazımda Lâl Denizli’nin bu tavrını eleştirmiştim.

Ben eleştirdim ama bizim liboş gazetecimiz Ertuğrul Özkök, “Bu kıza dikkat edin, bu kızda İzmir Belediye Başkanı olacak potansiyel var.” diyerek Moro’nun annesini göklere çıkarmıştı.

Aradan çok zaman geçmedi.

Lâl Denizli, bir davranışıyla ve konuşmasıyla Ertuğrul Özkök’ü hayal kırıklığına uğrattı ve Olimpos Dağı’nda oturan ilahları çok kızdırdı.

Bunun üzerine ilahların gazetecisi ve sözcüsü Ertuğrul Özkök, “Dur bi dakka kızım! N’apıyon? Bi çuval inciri berbat ettin! Senin aklın başında mı? Kendine gel!” mealinde bir yazı kaleme aldı.

Şimdi konumuza girelim.

Türk Eğitim Vakfı İzmir Şubesi yöneticilerinin sıcak havalardan ötürü canları çok sıkılınca biraz ferahlamak için bir konser düzenlemeye karar vermişler. Koca Türkiye’de sahneye çıkarılabilecek nitelikte bir şarkıcı bulamayınca komşu ülke Yunanistan’dan şarkıcı Despina Vandi’yi davet etmişler.

Despina Vandi de bu öneriyi seve seve kabul etmiş.

Vandi’nin konser görevlileri, konserin verileceği sahneyi incelemişler, sahnede kocaman bir Atatürk posteri ve Türk bayraklarını görünce durumu hemen şarkıcıya iletmişler.

Despina Vandi de Atatürk posterinin ve Türk bayraklarının sahneden indirilmesini karşı taraftan istemiş.

Türk Eğitim Vakfı ve Çeşme Belediyesi yetkilileri, Yunan şarkıcının bu talebini nasıl kabul etsinler?

Allah muhafaza bu durum kamuoyuna bir yansırsa ne cevap verirler?

Bu işin altından nasıl kalkarlar?

Tüm imajları yerle bir olur.

Ölseler daha iyi…

Tabii bu durumda Yunan şarkıcının bu isteği reddedilmiş.

Despina Vandi ile bizimkiler arasında süren pazarlıklarda taraflar isteklerinden vaz geçmeyince konser de gerçekleşmemiş.

Yapılan tartışmalarda organizatörler “Türkiye’de bağımsızlık ve demokrasimizin sembolü Mustafa Kemal Atatürk’tür.” deyince Vandi de “Benim için bunun bir ‘kasabın resminin’ önünde şarkı söylemekten farkı yok!” demiş.

Konsere gelen izleyicilere durum açıklanınca seyirciler Yunan şarkıcıyı yuhalamışlar.

Sahnedeki koro ve seyirciler hep birlikte 10. Yıl Marşı’nı söylemişler.

Milli duyguları kabaran Lâl Denizli, “Türk bayrağı ve Atatürk’ün posterinin inmesini istiyormuş. Hiç yuhalamayın, bu güzel nefeslerinizi yoracağınız bir insan bile olmadığını düşünüyorum kendisinin… Hiçbir güç ne bayrağımızı ne de Atatürk’ün posterini indirmeye yeltenemez. Bunu aklından da geçiremez. Hanımefendi ivedilikle bu şehrin sınırlarını terk etsin….” diye konuşmuş.

İşte bu noktada Ertuğrul Özkök küplere binerek Lâl Hanım’a “Kızım sen diyon? 1970’lerdeki gibi ‘Ya sev ya terk et!’ lafları ediyorsun. Senin aklın başında mı? Seni eşe dosta, hatırlı tanıdıklarıma övüp duruyorum. Geleceğin İzmir Belediye Başkanı olur diyorum, sen neler yapıyorsun! Aynı ulusalcılar gibi konuşup benim canımı sıkıyorsun! İsmail Cem, Zülfü Livaneli gibi abilerinden hiç mi ders almadın? CHP Belediyeleri durmadan Yunanistan’dan adamları toplayıp konserler yapıp festival düzenlerken sen ne yapıyorsun? Senin bu davranışlarını ve konuşmalarını gençliğine ve acemiliğine veriyorum. Atatürkçülüğü fazla önemsersen İzmir Belediye Başkanlığı’nı unut! Partide herkesin yaptığı gibi Atatürkçüymüş gibi davran ve durumu idare et!” diye yazdı.

Bizim siyaset dünyamızda “Yunan hayranlığı” çok eskilere gider.

Fesli Deli Kadir’in “Keşke Yunan galip gelseydi.” lafı daha dün söylenmiş bir sözdür.

Atatürk’ün ölümünden 3 ay sonra Batı ile anlaşan İsmet İnönü ekibine, İngilizler “Atatürkçülüğü unutun ve kültürel köklerinizi araştırmaktan, geliştirmekten vaz geçin. Bak yanı başınızda Yunan uygarlığı var. Biz kendi çocuklarımıza Yunan uygarlığını ve mitolojisini anlatarak gelişmiş bir toplum olduk, siz de bizim gibi yapın.” dediler.

İsmet İnönü ve ekibi, İngilizler rica eder de onlar durur mu?

Hemen bütün ders kitapları, tarih kitapları “Yunan uygarlığı” konularıyla dolduruldu.

Halkevleri’nde İngiliz akademisyenler bizim aydınlara Yunan masalları anlattılar.

O yıllarda Azra Erhat’ın, Sabahattin Eyüboğlu’nun Halikarnas Balıkçısı’nın daha nice yazarın, arkeoloğun yıldızları parlatıldı ve Batı Anadolu Uygarlıklarının tümü Yunan uygarlığı ile ilşkilendirildi. Oysa Batı Anadolu uygarlıklarının Yunan uygarlığı ile bir ilgisi alakası yoktu. Örneğin Efes uygarlığı, Yunanlardan 500 yıl önce kurulmuştu.

Atatürk’ün “Türk Tarih Tezi” “faşist” denilerek reddedildi ve unutturuldu.

Şimdi 1940’tan beri Türkiye’de İngilizlerin önerdiği İsmet İnönü’nün kotardığı tarih tezi okullarda, üniversitelerde okutuluyor.

Bizim aydınlarımızın çoğu ve CHP liderleri, aslında her biri Atatürk’ten ziyade İsmet İnönücüdür.

Aydınlarımızdaki “Yunan”hayranlığının mimarı da İsmet İnönü’dür.

Ertuğrul Özkök, Tarih bilinci zayıf, dostu – düşmanı birbirine karıştıran ve Yunan dostları hakkında olumsuz cümle kuran Lâl Denizli’ye çok kızıyor ve ona “Sen bu kafayla bi baltaya sap olamazsın! Aklını başına al!” diyor. Moro’nun annesi ve Çeşme’nin Belediye Başkanı Lâl Hanım’ın, abisinin tavsiyelerini dinleyip dinlemeyeceğini önümüzdeki günler içinde göreceğiz.

Ha! Bu arada Fetö’nün operasyon gazetesi olan Taraf gazetesinin yazarlarının toplandığı Serbestiyet sitesinde Yunan şarkıcı Despina Vandi’nin “Pontuslu” olduğunu yazıldı ve Atatürk posterine karşı tepkisi de buraya bağlandı.

Ertuğrul Özkök, Lâl Denizli, Despina Vandi derken iş Pontus’a kadar gitti, dayandı.

Bilmeyenler için söyleyelim; “Büyük Yunanistan” hayali kuran bazı Yunanlar bizim Doğu Karadeniz Bölgesi’ni “Pontus” diye adlandırarak bu bölgeyi Yunanistan’a katmak istiyorlar.

Bu amaç doğrultusunda Yunanistan’da kurulmuş 200’e yakın dernek ve örgüt var.

Bu Pontusçular 19 Mayıs 1919 tarihini “Pontus Soykırımı” olarak açıkladılar.

Mustafa Kemal Atatürk’ü de “Pontus Soykırımı Yapan Kasap” olarak ilan ettiler.

Aşağıdaki fotoğrafta “devrimci” kılıklı Yunan işbirlikçilerinin yaptıkları yürüyüşte taşıdıkları pankarttaki talepleri görüyorsunuz.

Doğu Karadeniz kökenli Despina Vandi’nin Mustafa Kemal’le geçmişten gelen bir kuyruk acısı olduğunu Fetöcüler sayesinde öğrenmiş olduk.

Ertuğrul Özkök, Despina Vandi’yi çok yakından tanıdığını yazısında söylüyor.

Ertuğrul Özkök, Pontus’u da bilir, Onasis Vakfı’nı da…

Ama nedense bu tür mayınlı alanlara girip Batılı dostlarını üzmek istemiyor ve tarih bilinci zayıf, siyaseti doğru okuyamayan Lâl Denizli’yi çocuk gibi azarlayarak ayar(!) veriyor.

Küresel güçlerin kontrol ettiği bizim basın da Despina Vandi’nin dekolte fotoğraflarını basarak “Atatürk’e karşı ayıp etti” gibisinden başlıklarla işi geçiştirdi.

Herkesin yüzüne maskeler takarak dolaştığı bir siyaset alanında sade bir vatandaş gerçek dostunu ve düşmanını nasıl tanıyıp tavır alacak?

Bence yanıtlanması gereken sorulardan birisi de budur diye düşünüyorum.

Yazar hakkında

Candan Yılmaz

Yorum bırak

2  ×  5  =  

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.