Genel

Mandacılar

Mandacılık, bu topraklarda hiç bitmeyen siyasi bir gelenektir.

Kurtuluş Savaşı döneminde, ülkenin içinde bulunduğu zor koşullardan ancak gelişmiş Batılı bir ülkenin himayesine girerek ülke bütünlüğünün korunacağına ve ülkenin düşman işgalinden kurtulacağına inanılıyordu.

Bürokraside ve ülke aydınları arasında bu düşünce çok yaygındı.

İstanbul’un düşmanlar tarafından işgal edildiği ve ülkenin 1. Dünya Savaşı galipleri tarafından paylaşıldığı 1918’in ağır koşullarında Osmanlı’yı yönetecek aday ülke olarak ABD’ye öncelik tanınıyordu.

Osmanlı’nın son iki yüz yıl içinde her alanda yaşadığı yozlaşma ve çürüme, ülkeyi yok olma noktasına kadar getirmişti.

Osmanlı toprakları üzerinde açılmış misyoner okullarında eğitim almış ve Batı ülkelerinde yaşamış kişiler, okuduklarının ve gördüklerinin dışında bir çözüm ortaya koyamıyorlardı. Bu okullarda Batılı tarzda yetiştirilmiş kişilerin aynı ülkeleri gibi beyinleri de işgal edilmişti. Bu yüzden kurtuluş reçetesi olarak öne sürdükleri tezler de Batıyı taklit etmekten bir adım öteye geçemiyordu.

Batılılar adına devşirilmiş bu aydın tipine Tanzimat Aydını deniyordu.

1. Dünya Savaşı sonucu ülke emperyalistler tarafından işgal edilince ülkedeki aydınların ve bürokratların akıllarına mandacılıktan başka bir çözüm yolu gelmiyordu.

Devlet yönetiminde söz sahibi olan Ahmet İzzet Paşa, Mahmut Paşa, Esad Paşa, Cevat Paşa, Ahmet Rıza Bey, Ali Kemal Bey, Mehmet Ali Bey, Damat Ferit Paşa, Padişah Vahdettin mandacılığı savunuyorlardı.

Dönemin aydınları, okumuşları, Halide Edip Adıvar, Yunus Nadi, Ahmet Emin Yalman, Celal Nuri, Necmettin Sadak, Velid Ebuzziya, Refik Halid gibileri birleşerek Türk Wilsoncular Birliği kurarak o dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson’a (5 Aralık 1918) mektup yazarak Amerika’nın Osmanlı’yı himayelerine almalarını istemişlerdi.

Mandacı fikirler yalnızca Saray çevresi ve aydınlarla sınırlı olmayıp Kurtuluş Savaşı’na Katılan paşalar arasında da yaygın olan bir görüştü. Hüseyin Rauf (Orbay), Ali Fuat (Cebesoy), Refet Bele, İsmet İnönü gibi subaylar da mandacıydılar.

İsmet İnönü, Mondros Anlaşması’ndan sonra Kazım Karabekir’e gönderdiği mektupta:

Amerika milletine başvurulursa çok yararlı olacağı söyleniyor ki ben de tamamen bu kanıdayım. Bütün ülkeyi, parçalamadan Amerika’nın denetimine bırakmak, yaşayabilmek için tek uygun çare gibidir.

Çankaya- Falih Rıfkı Atay – say. 191

diyordu.

Aynı İsmet İnönü, Atatürk’ün bir komplo sonucu tasfiye edilmesiyle iktidara geldiği 11 Kasım 1938’de, vatanı önce İngilizlere ve 2. Dünya Savaşı sonrasında ise ABD’ye teslim etti.

Kurtuluş Savaşı Komutanı Rauf Orbay:

…Tehlike içindeki ülkemize karşı, en tarafsız ülke durumunda bulunan Amerika’nın korumasını kabul etmek zorundayız. Ben bu kanıdayım.

Nutuk – say. 155

diyor.

Refet Bele:

Bizim Amerikan mandasını yeğ tutmaktan amacımız, yürekleri ve vicdanları sömüren İngiliz mandasından kurtulmak, kimseyi rahatsız etmeyen ve ulusların vicdanlarına saygı gösteren Amerika’yı kabul etmektir… Bizim gibi beş yüz milyon lira borcu, yıkık bir ülkesi, verimli olmayan toprağı ve on – on beş milyon geliri olan bir ulus, dış yardım almadan yaşayamaz.

Nutuk – Atatürk – say. 145- 147

diyor.

Gazeteci Ahmet Emin Yalman Vakit gazetesinde yazdığı yazılarda Amerika’nın mandası olduğumuzda ülkeye aynı zamanda Avrupa sermayesinin de akacağını ve ülkenin “ticari ve ekonomik olarak serbest pazar” olacağını söylüyor ve;

Amerikan üniversitesinde dört yıl okudum. Amerikalıları yeterince tanıyorum… Onların bize yardım etmesi Türkiye sorununu, hem İngiltere’nin istediği gibi kesin olarak çözecek, hem de Türk topraklarına sahipsiz mal gibi bırakılamayacağını bütün dünyaya gösterecektir.

Milli Mücadele’de Manda Sorunu ve King-Crene Heyetleri – Ali Karakaya Say. 68

Ahmet Emin Yalman gibi gazeteciler çoğunluğu oluşturarak Cumhuriyet dönemi boyunca varlıklarını sürdürdüler. Sahibi oldukları veya yazdıkları gazetelerde her dönem bu fikirleri savundular.

Ahmet Emin Yalman bir Sabetayist‘ti.

Basına, siyasete, kültüre ve ekonomiye hep bu çevre egemen oldu.

Kurtuluş Savaşı döneminde düşman işgaline karşı mücadele edilirken aynı zamanda bu mandacı fikirlere karşı da savaş veriliyordu.

Atatürk’ün, “ Manda ve himaye kabul edilemez. Ya istiklal ya ölüm!” anlayışı, savaşı zaferle sonuçlandırdı. Ülkede yapılan tüm devrimler, bu mandacı kafanın engelleme ve karşı durma çabalarına rağmen başarıldı.

Atatürk, Sivas Kongresi’ne giderken 1919’da manda ve mandacılar için şöyle demişti:

Ahmaklar! Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla ülke kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar. Oh, ne âlâ. Mücadele yerine mandayı kabul edeceğiz ve rahata kavuşacağız!.. Bu ne gaflet, ne körlük ve budalalık… Öyle bir manda istenecek ve verilecekmiş ki, bu manda egemenlik haklarımıza, dışarıda temsil hakkımıza, kültür bağımsızlığımıza, vatan bütünlüğümüze dokunmayacakmış… Buna, böylesine, Amerikalılar değil çocuklar bile güler. Amerikalılar, kendilerine çıkar sağlamayan böyle bir mandayı neden kabul etsinler. Amerikalılar, bizim kara gözümüze mi aşıklar? Bu ne hayal ve aymazlıktır.

Milli Tarihimizde Sivas Kongresi’nin Tuttuğu Yer – M. Ş. Akkaya – A. M. Şaamsutdinov -say. 9

Mandacı fikirler bu topraklarda hiç eksik olmadı. Batı karşısında kendi insanını küçümseyenlerin aşağılık duygusu içinde yaşayanların, onlarla ekonomik, siyasi, kültürel bağ kuranların varacağı yer her zaman bu nokta olmuştur. Sömürgeci ülkelerin Osmanlı topraklarında açtığı yüzlerce misyoner okulu, bu siyasi hedeflere yönelik olarak faaliyet yürütmüşlerdir ve ABD’nin İnönü Hükümeti ile yaptığı ilk anlaşmanın eğitim üzerine olması bu dediklerimizi doğrular niteliktedir.

Son günlerde patlak veren Rusya -Ukrayna savaşı, ülkemizde var olan mandacı görüşleri gün yüzüne çıkardı.

Sovyetler Birliği’nin 90’lı yıllarda dağılmasından sonra ABD, tek başına dünyanın yeni efendisi oldu. Sovyetler Birliği’nden beş tane Türk devleti ve Gürcistan, Ermenistan, Ukrayna, Belarus, Letonya gibi ülkeler doğdu.

ABD, Rusya Federasyonu’nun dağıtmak için Asya’nın ortasında konumlanırken diğer yandan da NATO’yu Doğu Avrupa’da genişleterek Rusya’yı her bakımdan kuşatma politikalarına hız verdi.

Bu durumun karşısında Rusya da hızla toparlanarak ablukayı yarma, Asya’da egemen olma, Avrupa’yı ABD’nin etki alanından kopararak yanına alma ve Çin’i dengeleme politikalarını uygulamaya çalıştı. Ruslar, eski Sovyetler Birliği toprakları üzerinde mutlak hakimiyet kurma ve bu topraklar üzerinde kurulmuş devletleri kendilerine her bakımdan bağımlı kılma çalışmaları yürütüyorlar ve bu alana hiçbir ülkeyi sokmak istemiyorlar.

Emperyalizmin eşitşiz gelişimi yasası çerçevesinde Çin, tekelci devlet kapitalizmi uygulamalarıyla dünyanın 2. büyük ekonomisi oldu. Askeri, bilişim, uzay çalışmalarıyla ABD’nin tahtını ve Rusya’nın etki alanlarını her bakımdan tehdit ediyor.

ABD, Rusya ve Çin, dünya egemenliği için kıyasıya bir rekabet halindeler.

ABD, Rusya’yı ekonomik, siyasi yönden yıpratarak, Rusya’nın kontrol ettiği alanları istikrarsızlaştırarak Çin’in dev Bir Kuşak, Bir Yol projesine dinamit koyuyor. ABD, Doğu Avrupa ve Türkiye’yi kontrol altına alırsa Çin’de üretilip Avrupa’ya gönderilecek malların güvenliği tehlikeye girer. Bu durumun Rusya’ya ve Çin’e olan maliyeti çok ağır olur.

Bu günlerde Ukrayna’daki yaşanan kargaşa ve çatışmayı bu temelde ele alıp değerlendirmek gerekir.

Rusya- Ukrayna savaşı konusunda, ülkemizde yer alan siyasi partiler ve düşünce kuruluşları hemen saflarını belirlediler.

AKP, CHP, İyi Parti, MHP, HDP, Saadet Partisi, DEVA, Gelecek Partisi gibi partiler Atlantikçi olduklarından dolayı NATO’nun, Ukrayna’nın yanında yer aldılar.

Kendilerine bağlı gazete, internet sitesi ve televizyonlardaki yayınlarda Rusya karşıtlığı yapıyorlar.

Çin mandacısı Perinçek’in Vatan Partisi ise kayıtsız şartsız Rusya’yı destekliyor.

Atatürkçüler ise dağılmış durumda, bir bölümü Ukrayna’nın yanında yer alarak ABD-AB politikalarına destek verirlerken bazıları da Rusya’nın yanında yer alıyorlar.

Solcuların durumunu soracak olursanız, işi en zor olanların başında onlar geliyor.

Bu cephede kafalar bir hayli karışık.

Ortaya konulan görüşler gerçeklikten uzak olmakla birlikte hem sığ hem de tutarsızlıklarla dolu.

Yıllar önce; iyi de kötü de olsa sosyalizmin, sosyalist sistemin olduğu zamanlarda tahlil yapmak ne kolaydı. Moskova, Pekin, Arnavutluk kaynaklı görüşler savunulduğunda görev tamamlanmış olurdu. Yel üfürdü, sel götürdü, ortada tapınılacak bir Kabe kalmayınca herkesin pusulası şaştı. Yerli sosyalistlerimizin bir kısmı kendine Avrupa’dan yeni Kabeler bulmakta hiç gecikmediler. Bir kısmı da 1970’lerin verili koşullarında üretilmiş tezleri, virgülüne- noktasına hiç dokunmadan ısrarlı bir biçimde savunmaya devam ediyorlar. Yaptıkları tahliller, günümüzün gerçekliğine uymadığında yaptıkları şey; dünyayı, yaşanan nesnelliği kendi dogmalarına uydurmakla sınırlı kalıyor.

Ekim Devrimi ve Çin Devrimi, dünya sosyalist hareketi için önemi büyük devrimlerdi. Devrimciler, yapılan bu devrimlere, önderlerine ve devrimi yapan halklara her zaman saygı gösterdiler ve sevdiler. Fakat büyük mücadeleler sonucu gerçekleşen bu devrimlerin hayatı çok uzun sürmedi. Yönetici tabakanın yozlaşma ve ihaneti ile devrim rotasından saptı. Bu devletlerdeki sistem, tekelci devlet kapitalizmine dönüştü. Rusya, Gorbaçov önderliğinde kendini fes ederek piyasa kapitalizmine geçti.. Çin ise iktidardaki komünist parti kontrolünde, sosyalizmin kurum ve sembollerinden vazgeçmeden serbest rekabetçi kapitalizmi seçerek bir gözetim toplumu yarattı.

Rusya ve Çin, evrim geçirerek başka bir şeylere dönüşürken bizim ülkedeki sosyalistler Rusya’daki, Çin’deki olup bitenlerin bir türlü adını koymak istemediler. Geçmiş yıllarda bu ülkelerdeki sosyalizm uygulamalarına gözlerini kapamışlardı. Şimdi aynı hastalıklı bakış açısını Rus- Ukrayna çatışmasında da sürdürüyorlar.

Rusya’yı ve Çin’i emperyalist olarak görmüyorlar.

Birgün gazetesinden Hayri Kozanoğlu, “Yeni bir dünyanın eşiğinde” adlı yazısında, “…Bir yandan başını ABD’nin çektiği AB- Japonya-Kanada-Avusturalya’yı içeren kollektif emperyalizmi ekseni, diğer yanda Çin- Rusya- İran ve diğer Şanghay İşbirliği Örgütü üyelerini kapsayan doğu ekseni otoriter rejimler yer alacak…” diyor.

Hayri Bey’e göre Japonya, Kanada, Avusturalya emperyalist ama Rusya ve Çin emperyalist değil, olsa olsa demokrasiden uzak otoriter rejimler…

Aynı gazetede yazan İbrahim Varlı da “Sol kimi tutmalı; Ukrayna mı Putin mi?” yazısında, “…Rusya’nın hegemonik yayılmacılığı Amerikan emperyalizmiyle eşitlenmemeli. Rusya emperyalist bir güç olarak tanımlanamaz.” diyor.

Ne diyelim?

Tanrı akıl, fikir versin!

Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesinde köşe yazarlığı yapan ve Rus derin devletinin beyinlerinden olan ve Avrasyacı düşünceleri savunan Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği adlı kitabında:

Emperyal bağlamda Ruslar sadece kendi kimliklerini muhafaza etmemeli, onu kökleştirmeli, pekiştirmeli ve azami derecede derinleştirmelidirler ve uzak gelecekte Atlantikçiliğin çöküşünden sonra Ruslar kendi milli misyonlarını, evrensel milli yollarını savunmaya hazır olmalıdır.

Sayfa:95

diyor.

Atlantik ve Çin emperyalizminin defterlerini dürerek dünyaya egemen olma hesapları yapan Rus emperyalizmini şirin gösterme tutumunu nasıl değerlendirmek gerekir?

Yine aynı gazetede köşe yazarlığı yapan ve TELE1’de “18 Dakika” programında yorumcu olan Merdan Yanardağ, Birgün gazetesinin çizgisini sürdürüyor.

O da Rusya’yı destekliyor.

Ukrayna içinde siyaset yapan güçlerin içinde faşistlerin olması onu çok tedirgin ediyor. Bu duygular içinde faşistlerden kaçarak yeni Çar Putin’in kollarına atlıyor.

TELE1’de Putin destekçiliği yaparken Doğu Perinçek’le yarışıyor.

Ukrayna savaşı daha yeni başladı.

ABD – AB bu savaşı uzatarak, sivil kayıpları arttırarak, çete savaşlarıyla Rusya’yı yıpratmak istiyor. Uzayacak bu savaşta Rusya’nın Çeçenistan’da yaptıklarını biraz hatırlayalım. Çeçen-Rus çatışmasında yüz binlerce insan ölmüştü. Çeçenistan’da taş taş üstünde kalmamıştı.

Ukrayna halkını da bekleyen gözyaşı, ateş ve kandır.

Emperyalistlerin it dalaşında halkların payına düşen acı, açlık ve ölümdür.

Merdan Yanardağ ayrıntıya takılarak büyük fotoğrafı göremiyor. Çatışmalarda yer alan güçlerin faşist, ırkçı, paralı asker, Rusçu olması birer ayrıntıdan ibarettir.

Bugün küresel çapta emperyalist merkezler arasında dünyaya egemen olma ve rakipleri tasfiye etme mücadelesi veriliyor. Ukrayna’da başlayan bu didişme yarın Çin Denizi’nde, İran’da belki Türkiye’de patlak verebilir. Bizlere düşen görev; emperyalist ülkeler arasında taraf olmadan küresel şirketlerin adlarını vererek yaptıklarını teşhir etmektir.

Sol partiler bir araya gelerek ortak bildiri yayımladılar. Bildirinin içeriği bir edebiyat dergisi tarzında barış ve savaş karşıtlığı üzerine kurgulanmış.

ABD’ye, AB’ye, Rusya’ya ve Çin’e açıktan tavır alamıyorlar.

Bu yüzden hiçbir şey söyleyememişler.

Türkiye’de herkes, kendi meşrebine göre tuttuğu tarafı şirin göstermeye çalışıyor.

Bu tutumlarıyla geçmişin mandacılarına ne kadar da benziyorlar.

Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesi ve Ulusal Kanal’ı her gün Çin ve Rusya mandacılığı yapıyor.

Mandacılık Türkiye’de siyasi bir çizgidir.

Türkiye’de “Atatürkçüyüz” diyenler aslında İsmet İnönücüdürler. Atatürk maskesi altında İsmet İnönü’nün siyasi mirası,tavrı savunuluyor.

Türkiye’deki partilere bakın, tümü de belli emperyalist merkezlere bağlı olup, mandacı fikirleri savunurlar. Söylemlerindeki “bağımsızlık” vurgusu laftan ibaret olup kitleleri kandırmaya yöneliktir.

Atatürk, çevresindeki devlet görevlilerine, “ Batılı ülkelere ait uluslararası kurumlara girmeyin, Sovyetler’e karşı düşmanlık politikası gütmeyin, tarafsızlık politikası güdün.” diye siyasi vasiyette bulunmuştu. Yakın çevre, Atatürk’ün bu tavsiyesi tutmayıp 11 Kasım’da hemen emperyalistlerin kollarına atılmışlardı.

Atatürk’ün bu önerisi hâlâ geçerliliğini koruyor.

Türkiye, emperyalizmin gövde gösterisi yaptığı coğrafi merkezin ve dünya ticaretinin en önemli yollarının üzerinde bulunuyor. Küresel çapta bir savaşın sözü edildiği bu zamanlarda bir emperyalist blokla ortak hareket ettiğimiz koşullarda bizi bekleyen şeyin Ukrayna halkının yaşadıkları olacağını hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız.

Yazar hakkında

Ferit Gültekin

Yorum bırak

2  ×  1  =  

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.