Son dönemde kamuoyunda en çok linç edilen siyasilerin başında Kemal Kılıçdaroğlu gelir.
Adam, uzun yıllar boyunca CHP politikalarını belirleyen en yetkili kişi olmuştu.
Muhalefetin örgütlenmesi ve “Tek adam rejimine” karşı mücadele hep ondan soruldu.
Sol basına göre o, ezilenlerin Gandhi’siydi.
Şimdi hakkında yazılanlara, söylenenlere bakıyorum da adamın ne saraya satılmışlığı, ne partiyi sağ kulvara çekerek Erdoğan’a hizmet ettiği kaldı.
Hakkında her şey söylendi.
Bu tür iddiaları geçmiş dönemde öne süren Cumhuriyetçi, Kemalist kişiler, başında Kılıçdaroğlu’nun olduğu ekip tarafından tecrit edilip susturulmaya çalışılmıştı.
Sol basında belediyelerden maaşa bağlanan bazı gazeteciler, Kılıçdaroğlu’nun avukatlığını yaparak insanları yıllarca linç ettiler.
Zaman geçti, devran döndü…
Kemal Kılıçdaroğlu, partisinde besleyip büyüttüğü kişilere karşı, Erdoğan’ın borazanı olan Sabah gazetesinden şimdi laf yetiştirmeye çalışıyor.
Neler görüyoruz, neler duyuyoruz…
Sanki üçüncü sınıf bir orta oyununun sahnesinde yaşıyor gibiyiz.
Ya da her türlü ahlaksızlığın silah olarak kullanıldığı, entrikaların çevrildiği, herkesin birbirine yalan söylediği televizyon dizilerinde…
Bu durumu etme bulma dünyasına mı, yoksa politikanın çirkefliğine mi bağlayayım, bir türlü karar veremedim.
Kemal Kılıçdaroğlu, kendisi hakkında olumsuz görüşler öne süren gazeteci İsmail Saymaz’a seslenerek “Biraz cesaretiniz varsa konuştuğun Halk TV’ye beni çağırıp, program yaparsınız. İstediğinizi sorun, cevap vermeye hazırım.” dedi.
Dedi ama İsmail Saymaz da, Halk TV’de susuyor.
Cevap yok!
Oysa geçmiş dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nu en çok Halk TV savunmuştu.
İsmail Saymaz’ın ve Halk TV’nin bu suskunluğu aklıma takıldı.
Halk TV yöneticileri, yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nun onlara verdiği paraları açıklamasından mı korktular?
Midem bulandı.

İkinci konumuz da Gürsel Tekin’le Fikri Sağlar arasındaki tartışma.
Türkiye’deki siyasetin ve solun kirlenmişliğini göstermesi açısından halen süren bu tartışmayı çok önemsiyorum.
Gürsel Tekin’i bilirsiniz.
İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde, Genel Başkanı Deniz Baykal’la birlikte kara çarşafa rozet takma hinliğini bulmuşlardı.
Toplantıyı Gürsel Tekin organize etmişti, Deniz Baykal da “Anadolu Solculuğu” adına rozetleri kara çarşafa takmıştı.
Aydın Doğan medyası da bu tarihi olayı, millete duyurmaktan dolayı çok gurur duymuştu.
ABD, Türkiye’nin rotasını, “İslamiyet” olarak belirleyince bu gidişe ayak uydurarak rayında giden trenin ocağına birer kürek kömür de onlar atmışlardı.
2000’li yıllara doğru giderken iktidardaki koalisyon hükümetleri, muhalefet ve basın el ele vererek İslam’a doğru koşuyorlardı.
Çarşafçı, rozetçi Gürsel Tekin’de yetenek gören sistem, onu elinden tutarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan Yardımcılığına kadar getirmişti.
Müesses Nizam; Çarşafçı Gürsel Tekin’le, Atatürk’e “Kefere” diyen adamları milletvekili yapan Kılıçdaroğlu’nu, Atatürkçü (!) partide buluşturmuştu.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan, Gürsel Tekin’in Genel Başkan Yardımcısı olduğu partide şimdi “Yeni Türkiye” projesine hızlı uyum sağlayan değişimciler egemen.
Değişimci egemenler, ikisini de partiden tasfiye ettiler.
Kemal Kılıçdaroğlu, inzivaya çekildiği köşesinden Tayyip Abisinin hoşuna gidecek laflar ederken Gürsel Tekin de saray adına İstanbul CHP İl binasında kayyum görevini başarıyla sürdürüyor.
Fikri Sağlar’a gelince onu, televizyon programlarından, BirGün gazetesinde yazdığı köşe yazılarından ve bir zamanlar yaptığı Kültür Bakanlığı’ndan tanıyoruz.
Fikri Sağlar, solcudur, ama liberaldir.
Aydınlanma taraftarıdır ama Kemalizme mesafelidir.
Solcudur ve sıkı bir Kürt aşığıdır.
Soros’un finanse ettiği gazetede yazı yazmakta da bir sakınca görmez.
Fikri Sağlar, Merdan Yanardağ’ın çizgisini sürdüren Tele2 haber programında, bizim çarşafçı Gürsel Tekin için “İnsanlar ya parayla ya ideolojiyle yer edinirler. Satın alınabilirsiniz. ‘yok beni satın alamazsınız’ diye üzerinize yürürler ama kiralayabilirsiniz o kişileri” gibisinden laflar etti.
Bu sataşmayı duyan Gürsel Tekin ise küplere binerek şöyle bir cevap verdi:
“Sayın Fikri Sağlar, 40 yıllık bir parti emekçisinin onuruna dil uzatmadan önce, önce aynaya dönüp kendi siyasi geçmişinle yüzleşeceksin.
Ben bu partinin baraj altında kaldığı günleri de gördüm. Linçlere boyun eğmedim, baskıya teslim olmadım. Siyasi hayatım boyunca bir telefonla hizaya sokulanların arasına hiç karışmadım…”
Gürsel Tekin’in verdiği cevap çok uzun, kendince sol cenahta yaptığı kahramanlıkları bir bir sıralamış.
Bence tüm dediklerini yazmak boşuna zaman israfı…
Değmez.
Değmez ama, aynı Kılıçdaroğlu’nun Halk TV’de İsmail Saymaz’ı düelloya davet etmesi gibi o da Fikri Sağlar’ı “Hodri meydan Sağlar. Eğer sözünün arkasında duracak cesaretin varsa, gel çıkalım TV ekranlarına. Karşıma otur. Bakalım kim neymiş, kim satılık, kim kiralık; herkes çıplak gerçekleri görsün.” diyerek düelloya davet etti.
Fikri Sağlar, Gürsel Tekin’den gelen düello teklifine “5.000 polise sığınarak CHP İstanbul İl Başkanlığı’nı işgal etmeye çalışmış tek adam rejiminin atanmış bir kayyımı, ne benim ne CHP’lilerin muhatabı değildir ve olamaz.” diyerek savuşturdu.
Bu karşılıklı atışmaları seyrederken Fikri Sağlar’ın kıvırtması aklıma takıldı.
Öyle ya, ipliği pazara çıkmış bir bir saray işbirlikçisini, TV’de cümle aleme rezil etme fırsatını, Fikri Sağlar elinin tersiyle neden itti acaba?
Haydi verin cevabını…
Gürsel Tekin Fikri Sağlar’a, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta gerçekleştirilen Madımak Katliamı üstünden şöyle seslendi:
37 insan diri diri yakılırken Kültür Bakanı olarak ortada yoktun. O gün sadece görevini değil, tarih karşısındaki sorumluluğunu da terk ettin. Üstelik iddialara göre Elmadağ’a kadar gidip, oradan geri döndüğün söyleniyor. Madem yola çıktın, o halde Elmadağ’dan neden geri döndün? Bu ülkenin aydınlarının yakıldığı o kara günde, seni geri çeviren neydi? Kime, neye, hangi baskıya boyun eğdin? İşte bu sorunun cevabını veremediğin sürece, kimseye ders verecek konumda değilsin. Hodri meydan. Gel, halkın iradesiyle ve şahsımda CHP’nin 40 yıllık tarihiyle yüzleş.
Bu ara gördüğünüz gibi solcular birbirlerini televizyonlarda düelloya davet edip duruyorlar ve öne sürdükleri savlar ise yenilir yutulur cinsten değil.
Söylemedikleri ve halktan gizledikleri gerçekler ne olacak?
Hepsi de ortaya bir laf atıp karşı tarafı tehdit edip susuyor.
Konuşun, konuşun sırlarınızı mezara götürmeden kirli çamaşırları ortaya dökün!
Dökün, gerçekleri bilmek bizim de hakkımız.
2 Temmuz 1993, Sivas Madımak Katliamı…
Aslan Sosyal Demokratların lideri Erdal İnönü’nün Başbakan Yardımcısı olduğu dönem…
Sivas’ta insanlar cayır cayır yanarken Erdal İnönü sırra kadem basmıştı.
Şimdi takvimler 2025’i gösterirken CHP’nin başında yer alan değişimci kadrolar, kendilerine rehber olarak Erdal İnönü’yü edindiler.
Hepsi de Amerikan elçisinin önlerine koyduğu ve etnik mezhep olarak ayrışmayı hedefleyen “Terörsüz Türkiye” kampanyasını can-ı gönülden destekliyorlar.
Türkiye, Batı kapitalizmi eliyle bir cadı kazanının içine atıldı.
Yıllarca BOP kapsamında; Mısır’da, Tunus’da, Irak’da, Suriye’de, Filistin’de, Lübnan’da olanları bir dizi film edasıyla seyredip durduk. O ülkelerde olup bitenleri bazen yüreğimiz burkularak, duygulanarak izledik. O insanların yaşadıkları acılar dalga olup sınırlarımıza dayandı. Batının konforlu dünyasında oturan güçlüler, parmaklarıyla bizim ülkemizi işaret ederek bizi açıkça hedef gösteriyorlar.
Önümüzdeki günler içinde büyük alt üst oluşları yaşayarak göreceğiz.
Türkiye büyük bir uçuruma doğru hızla sürülüyor.
Atalarımız boşuna “Ak koyun, kara koyun geçitte belli olur.” dememiş. Sol taraftaki kişilerin birbirleriyle yaptıkları ağız dalaşlarını da bu konuyla ilgili olarak değerlendirmek gerekir.



