Genel

CHP’de Dönüşüm tamamlandı

Bir mücadelede strateji yanlışsa yenilgi kaçınılmazdır.

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Fas’tan Pakistan’a kadar 22 devletin sınırlarının değişeceğini söylemesinin üstünden tam 22 yıl geçti. Geçen bu süre içinde Orta Doğu’da var olan diktatörlerin bir çoğu yaratılan iç çalkantılar sonunda devrilirken eskilerin yerini yeni diktatörler aldı.

İsrail’le barışık olmayan Libya, Irak, Suriye yönetimleri yıkılarak parçalanırken Şiilerin lideri olan İran ise İsrail ve ABD tarafından fena halde hırpalandı.

Emperyalizmin ve siyonizmin siyasi, askeri üstünlüğü koşullarında, İbrahim Anlaşmaları temelinde Orta Doğu, Türkiye ve Kafkasları da içine alacak olan Orta Doğu Birleşik Devletleri’ni kurma çalışmaları hızla yürütülüyor. Her ülkede ciddi siyasi, ekonomik potansiyeli olan siyonist çevreler; partileri, sivil toplum örgütlerini, iş adamlarını yönlendirerek kurulacak devletin ideolojik, siyasi, ekonomik altyapısını oluşturuyorlar.

Türkiye’de de bu planın bir gereği olarak 2. Kürt Açılım Süreci başlatıldı.

Batı’nın siyasi merkezlerinden üflenen düdüğün sesiyle birlikte sistemin tüm sağ, sol partileri hizaya geçerek bu kutsal görevde rol kaptılar.

Sistemin acelesi var.

5-6 ay içinde yasal, Anayasal düzenlemeler Meclis’ten geçirilerek üniter, ulus devlet ortadan kaldırılmak isteniyor.

Anayasadan; ilk 3 maddenin değişmezliğini ifade eden 4. maddenin kaldırılması ve Türk ulusuna, Atatürk’e yapılan atıflara son verilmesi ve devletin; çok uluslu, çok kültürlü bir ümmet devletine dönüştürülmesi hedefleniyor.

AKP, MHP, DEM İttifakı, yeni kurulacak devletin altyapısını oluşturmak üzere kendi aralarında Katolik nikahı yaparak yollarına, kararlı bir şekilde devam ediyorlar.

Eski dönemin bir partisi olan ve içinde ciddi bir muhalif kitleyi barındıran CHP, adını andığımız bu ittifak tarafından tasfiye edilmek isteniyor. Yeni bir rejim, ona muhalif olan çevrelerin yenilgiye uğratılıp dağıtıldığı koşullarda kurulabilir. CHP’ye yönelik olarak saldırıda koçbaşı görevini sürdüren AKP, “Eski Türkiye’yeait ne varsa tümüyle yok etmek istiyor.

Emperyalist çevrelerden gerekli izni koparan ittifak, hukuka uyma zorunluluğu hissetmeden CHP’ye pervasızca saldırırken alınan mahkeme kararlarıyla eli kolu bağlanan CHP yönetimi, bu tür uygulamaları bir seçim dalaveresi olarak gördüğünü söyleyecek kadar bilinçsizce hareket edebiliyor.

Oysa İttifakın, seçim derdinden daha büyük görevleri var.

Alınan karar doğrultusunda toplumsal rızayı genişleterek, ikna edemediklerine sopa yöntemini uygulayarak Türkiye’yi Orta Doğu Birleşik Devletleri’nin merkezi olarak dizayn etmek isteniyor. Çevre ülkeleri de içine alan bu büyük projenin başarısı(!), hiç kuşkusuz seçim zaferini de peşinen getirecektir.

Orta Doğu gibi karanlığın ve her türlü olumsuzluğun yaşandığı bu topraklar üstünde modern bir Türk devletinin kurulmasını emperyalistler ve siyonistler asla kabullenemediler. Besledikleri ve yaşattıkları her türlü yoz ilişkinin yaşandığı bu bölgede Türkiye’yi, 1938’den sonra adım adım Mısır, Kuveyt gibi ülkelere benzettiler.

Cumhuriyeti kuran partinin yöneticisi olmakla övünen CHP yöneticilerinin -söylemlerine baktığımızda- yaşadığımız bu süreci doğru okuyamadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz ve savundukları sosyal demokrat düşüncenin, başka türlü konuşmalarına izin vermediğini de ekleyebiliriz.

Geçen hafta partinin İstanbul İl Örgütü görevden alındı ve kayyumu temsilen Fetöcü Gürsel Tekin atandı.

Gürsel Tekin, arkasına 5000 polisi alarak CHP İl Başkanlığı binasına AKP bayrağını dikti.

İstanbul’da olanlar Ankara’da olacak olanların provası gibidir.

Ayın 15’inde görülecek duruşmada da partiye kayyum atanarak hukuken parti ellerinden alınacak ama onlar Ankara’da partinin programını değiştirmek için var güçleriyle çalışıyorlar.

Ne oldu?

Altı okta ifadesini bulan programın neresinde yanlış budunuz da değiştirmeye karar verdiniz?

Ya da başka bir deyişle Altı okun hangisi, nerenize battı?

Bu neyin acelesi böyle?

İşin aslını söyleyecek olursak CHP Programı, daha bir yıl önce değişti ve netleşti.

Geçen yıl 4-9 Eylül’de yapılan toplantılarda programa son şekli verildi ve ortaya 350 sayfalık bir metin çıktı.

Geçen yıl yazılan ve son şekli verilen metin ortada dururken kara bulutların toplandığı Ankara’da delegeler, Genel Merkez’in katlarına kurulan masalar etrafında toplanarak demokrasicilik oynuyorlar. Kitabın içine girmiş ve bir metne dönüşmüş olan fikirleri, Amerika’yı yeniden keşfedercesine yeniden buluyorlar. Program Çalıştayı’na yüzlerce kişi katılıyor ama tepedeki bir akıl, delegelerden önce programın nasıl olacağına dair kararını vermiş ve bir metne dönüştürmüş. Delegelere düşen görev ise, kurultayda önlerine konacak metni onaylamak olacak.

Böylece en geniş katılımla kitlelerin onayını alarak (demokrasiyi uygulayarak) CHP; Atatürk’le Cumhuriyet devrimiyle olan bağlarını tümüyle kopararak küresel kapitalist dünyaya ‘merhaba’ diyecek.

CHP’nin başındaki çetenin yazdığı parti programı, tam da onların istediği gibi bir metin olmuş.

Onların düşüncelerini, beklentilerini çok güzel ifade ediyor.

Bir partinin programı, onun yol haritasıdır.

Parti, programa yazdıklarıyla içinde yaşanılan çağı nasıl tahlil ettiğini ve ülkede sınıf ilişkilerini nasıl yorumladığını, iktidara geldiğinde ülkeyi nasıl yöneteceğini ifade eder. Biz bir partinin programına ve eylemine bakarak onun devrimci ya da karşı devrimci olduğunu söyleriz.

Kitleleri kandırmak için yapılan popülizme ve yalanlara prim vermeyiz.

Yapılan yoksulluk edebiyatı ve Atatürk istismarcılığı, bir partiyi devrimci kılmasa da siyasal donanımı yetersiz kitleleri aldatabilir. CHP’de de olan tam olarak budur. Türkiye’de kendini sol, sosyalist, Kemalist, Milliyetçi, Müslüman olarak tanıtan partilerin çoğu, emperyalist küresel sistemin bir partisi olarak işlev görürler ve ideolojik olarak bu küresel çetenin uydurduğu siyasal tezleri savunurlar. Bölgemizi ve ülkemizi yakından ilgilendiren Kürt Açılımı konusunda hepsinin komisyonda buluşması da onun bir göstergesidir.

CHP’nin parti programını değiştirmesi konusu; ne televizyonlarda, ne basında ne de sosyal medyada kendine bir yer bulabildi. Program Çalıştayı ile ilgili verilen haberlerin tümü, orada yapılan konuşmalarla sınırlı kaldı.

Bu yazıyı yazana kadar yazılı ve görsel basında bu konuyla ilgili olarak bir yazıyla karşılaşmadım ve bir konuşma duymadım.

Türkiye’nin en büyük partisi programını değiştiriyor ve Kemalizmle olan bağlarını koparıyor ama bu bir haber olmadığı gibi aydınlar arasında lafı bile edilmiyor.

Bu durum, ideolojik ve düşünsel olarak ne kadar geriye savrulduğumuzun bir resmidir.

İçinde yaşadığımız çürüme ve kokuşmadan zaten az sayıdaki aydınımızın da nasibini aldığını gösteriyor bizlere.

CHP’nin programı değişiyor ama parti içinden tek bir kişi bile itiraz etmiyor.

Herkes, Fareli Köyün Kavalcısı masalındaki gibi çetenin peşinden gidiyor.

Anlatılan masalda çocukları uçurumdan aşağı düşmekten kurtaran birileri var ama kitleleri uçuruma sürükleyen kavalcılardan kurtaracak, onları uyandıracak aydınlardan ne yazık ki yoksunuz.

Peki bu kadar sefil bir duruma nasıl geldik?

İnsanımız, aydınımız neden bu kadar duyarsız ve cahil?

Hiçbir şey nedensiz olarak ortaya çıkmaz.

Bugün, dünün koşulları üstünde şekillendi ve yarın da bugünün koşulları üstünde şekillenecek.

Bu bir sosyolojik yasadır.

CHP değiştikçe toplum da değişti.

Toplum değiştikçe CHP de değişti.

CHP’nin tarihi, bir anlamda Türkiye’nin de tarihidir.

Bugünü anlamak ve daha net görebilmek için biraz geriye gitmek gerekiyor. Fazla detaya kaçmadan konu başlıklarıyla CHP’deki değişim ve dönüşümü iyi anlamak gerekiyor. Horozlu Ayna’da bu konuyla ilgili olarak çok detaylı yazılar çıktı. İlgili olanlar eski yazılara bakarak bilgilerini tazeleyebilirler. Şu anda CHP’nin düşünsel hayatında onu bir ahtapot gibi saran ve karşı devrimci bir konuma iten sosyal demokrasi gibi bir belası var.

Sosyal demokrasi, CHP’nin bütün nefes yollarını tıkayıp ona nefes aldırmıyor, Türk toplumuna yabancılaştırarak ona düşmanlık ettiriyor ve yanlış bakış açısından dolayı AKP’nin ülkeyi rahatça yönetmesine ve dönüştürmesine fırsat yaratıyor.


Sosyal Demokrasi; reformcu solculuk mu, yoksa karşı devrimci bir ideoloji midir?

Sosyal Demokrasi, üstüne uzun uzun tarihsel analizler yapmaktan kaçınarak kısaca önemli gördüğüm birkaç noktaya değinmek istiyorum.

Sosyal Demokrasi hareketi, Marksist mücadele içinde şekillenmiş bir düşünce akımıdır.

19. yüzyılda ve 20 yüzyılın başında sosyalist partiler kendilerini Sosyal Demokrat partiler olarak tanımlıyorlardı. 1. Dünya Savaşı koşullarında Avrupa’daki Sosyal Demokrat partiler alınan karara uymayarak kendi burjuvalarını destekleyip emperyalist savaşa karşı çıkmadılar. Bu durum partilerde derin çatlaklara neden oldu ve ayrışmalar yaşandı. Kapitalist ilişkiler içinde semirerek sisteme bağlanmış işçi aristokrasisi ve onların siyasal temsilcileri olan sosyal demokrat yöneticiler, tercihlerinde sosyalizm yerine kapitalizmi seçtiler. Bu partilerin devrimci kanatları ayrılarak komünist partilerini kurdular.

Avrupa’da sosyal demokrasi hareketi; sırtını kendi burjuvasına dayayan ve ondan küçük küçük tavizler talep eden işçi aristokrasisinin bir siyasi hareketidir. Avrupa’daki kapitalist burjuvazi, dünyayı yağmalayarak elde ettiği aşırı kârlardan bir kısmını kendi işçi sınıfına sus payı olarak verip onları sisteme bağlıyordu. Avrupa’nın dışında kalan ülkeler zaten bu sömürü zincirinin bir halkaları oldukları için yerel işbirlikçi burjuvaların böyle sus payı verme lüksleri yoktur. Bu yüzden sosyal demokrasi hareketi, sadece Avrupa ile sınırlı bir harekettir ve yalnızca Avrupa’da uygulanma koşulları vardır. Türkiye’de işçi aristokrasisi olmadığı gibi, çalışan emekçilerin neredeyse tümü, asgari ücret seviyesinde bir ücret alıyorlar. ABD’de bile bir sosyal demokrat hareket yoktur.

“Peki, o halde dünyanın birçok ülkesinde sosyal demokrat partiler nasıl kurulup faaliyet gösteriyorlar? Hatta onların çatı örgütü Sosyalist Enternasyonal bile var. Bu durum söylediklerinle çelişmez mi?” gibisinden bir soru da sorabilirsiniz.

Sosyalist Enternasyonal örgütü, küresel sistemin bir örgütüdür ve ona hizmet eder.

Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin örgütlediği ve Alman burjuvazisine hizmet eden bir faaliyet, dünya çapında yürütülüyor. Bu ülkelerdeki merkezde veya solda olan partilerin yöneticileri Alman vakıfları tarafından ikna(!) edilerek ajanlaştırılıyor ve bu partiler kendilerini zaman içinde sosyal demokrat partiler olarak tanımlıyorlar. Tanımlıyorlar ama sınıf temellerinin ve siyasal faaliyetlerinin sosyal demokrasiyle bir ilgisinin olmamasının da bir önemi yok. Önemli olan şey,kurulan ilişki ağının Alman çıkarlarına hizmet etmesi.

Türkler, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı yıkıntıları üstünde modern bir devlet kurdular. Kendi kararlarını kendisi veren ve Batıda kurulan hiçbir örgüte girmeyen devrimci Kemalistlerden emperyalist devletler hiç hoşlanmadılar. 15 yılda 28 Kürt ayaklanması ve dinci ayaklanmalar çıkardılar. Batılılar kurulan Türk devletini, “Yapay, jakoben bir devlet” olarak görerek başka uluslara örnek olmasın diye yıkmaya çalıştılar. Bu amaçlarına da 1938’de ulaştılar.

38’de yönetime gelen İnönü, Batıyla anlaşarak devrimi sattı. Önce İngilizlere daha sonra ABD’yle işbirliği yaparak devleti onların istediği gibi düzenledi ve ABD’nin tavsiyesiyle çok partili hayata geçildi. 38’le birlikte CHP, İnönücü bir partiye dönüştü. Demokrat Parti iktidarı boyunca Amerikan politikalarına hizmet etti. 60 Darbesinden sonra dünyada ve ülkede gelişen sol dalga CHP’yi de içine aldı. Özellikle sosyalist mücadelenin devrimci taleplerin önüne set çekilmesi için parti içinde “Ortanın Solu” diye bir kavram ortaya atıldı. İnönü ve Ecevit ikilisi partiyi ortanın solunda olarak tanımladılar. Burada beklenen amaç TİP’in yolunun kesilmesiydi. TİP, 15 Milletvekili kazanarak Meclis’e girerek etkili muhalefet yapınca başka bir yol denendi. İyice yaşlanmış olan İnönü’nün yerine Ecevit getirildi.

Toprak işleyenin, su kullananın”, “Ne ezen, ne ezilen, insanca, hakça bir düzen” gibi sloganlarla bir “Karaoğlan” efsanesi yaratılarak İşçi Partisi’nin rüzgarı kesildi. 1965’ten 1980’e kadar zaman içinde Türk milliyetçiliği şeriat lokomotifine bağlanırken sol, sosyalist hareket de Kürtçülük vagonuna bindirildi. Sol, devrimci hareket vahşice ezilerek Türkiye küresel sisteme bağlandı.

Türkiye darbeci generaller eliyle Batının istediği şekilde tanzim edildi.

Darbeci, Atatürkçü(!) laik generaller; şeriatın iyi gelişmesi için ortamı hazırladılar.

12 Eylül’de tüm partiler kapatılınca Ecevit, “Demokratik sol” hareketi başlattı. Gerçi darbe öncesinde bu görüşlerini sık sık dile getiriyordu. 12 Eylül koşullarında bir daha CHP’ye dönmeyeceğini ve yeni bir hareket başlattığını duyurdu.

Ecevit’in dışında kalan ve 80’ öncesinde Almanlarla birlikte hareket edenler, Halkçı Parti’yle birleşerek Sosyal Demokrat Halkçı Parti’yi kurdular.

80 sonrası dönemde Ecevit’in “Demokratik Solcu’ları ile Sosyal Demokrat hareket olmak üzere iki kanat meydana geldi.

Her iki kanadın ortak özelliklerinden en önemlisi, her ikisinin de Kemalizm karşıtı olmalarıydı.

Eline Atatürk’ün bastonunu ve şapkasını alan faşist Kenan Evren, millete her Allah’ın günü kusturana kadar Atatürk nutuklarının atıldığı koşullarda Atatürkçü olmanın da bir alemi yoktu doğrusu.

Halkı Atatürk’ten ve Cumhuriyet değerlerinden uzaklaştırmanın, siyaseti şeriata, Kürtçülüğe bağlamanın bir yolu olarak solculara, Atatürk marşları eşliğinde işkenceler edildi.

Bilinçsiz kitleler Kenan Evren’in çakma Atatürkçülüğü ile Cumhuriyetten iyice uzaklaştırıldılar.

Sosyal Demokratların başına işte bu ortamda Erdal İnönü getirildi.

Erdal İnönü’nün solculuğu, babası İsmet İnönü’nün solculuğundan 10 kat daha kötü durumda olmasıydı. Ömrü boyunca Atatürk’ten uzak durarak müesses nizama hizmet etti. Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde sistemin Sivas’ta yaptığı katliamı sadece seyretti. Kurduğu 10 Aralık Hareketi ile solcu kadroları Cumhuriyet değerlerinden kopararak Alman vakıflarının hizmetine sundu. 1990’lı yıllarda yazdırdığı “Kürt Raporu” ile Türkiye’deki tabuları yıktı. CHP listelerinden Meclis’e soktuğu Kürtlerle Türkiye’de çığır açtı.

İşin ilginç yanı, raporu yazan komisyonun başında da laik, üniter devlet yanlısı Deniz Baykal bulunuyordu.

Deniz Baykal, kapatılan CHP’nin yeniden açıldığı koşullarda “Yeni CHP” diye bir kavram ortaya attı.

Bir tarafta sosyal demokratlar, Cumhuriyet değerlerini kemirerek Kürtçülük peşinde yelken açarlarken Yeni CHPci Baykal, Anadolu Solculuğu adına çarşaflara rozet takıyordu.

İstanbul’da çarşafa rozet takma törenlerini de İstanbul İl Başkanı olan Gürsel Tekin organize ediyordu.

Atatürk’ün Altı oku, sosyal demokratlarla, Baykal ve Ecevit arasında süren kavgada bir şiş olarak kullanmaktan başka bir işe yaramıyordu. Kürtçüleri Meclis’e sokan ve yolsuzluklara bulaşan SHP, halk tarafından oy verilmeyerek cezalandırılınca sosyal demokratlar kapağı Deniz Baykal’ın CHP’sine attılar. Ecevit’in DSP’si ile Baykal’ın CHP’si arasındaki rekabetin kazananı Deniz Baykal oldu.

Emperyalizm, 2001 yılında yaratılan Bankalara Çökme Operasyonu sonunda iktidara AKP’yi getirdi. Bir daha gitmemek üzere iktidara taşınan AKP, Cumhuriyet’in kalan tüm kurumlarını da yok ederek iktidarını sağlamlaştırdı. CHP’ye verilen görev, uslu muhalefet yaparak sisteme hizmet etmekti.

AKP söyleminde hep Yeni Türkiye vurgusu yapıyordu.

Yeni CHP diyen Baykal, bir kaset operasyonu ile CHP’nin başından uzaklaştırılınca yerine Kemal Kılıçdaroğlu getirildi.

Uluslararası çevreler; konuşmalarında üniter devletten söz eden, partiye olur olmaz adamları sokmayan ve bazen de jakoben davranışlar sergileyen Deniz Baykal’ı döneme uygun görmeyip tasfiye ettiler.

Dersimli Piro Kemal, partinin kapılarını ardına kadar ikinci cumhuriyetçilere, liboşlara, Fetullahçılara, Kürtçülere, etnik milliyetçilere, dincilere, mezhepçilere açarken Atatürkçüleri de partiden uzaklaştırdı.

Yeni CHP kavramı, Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminde tam anlamını buldu.

Kılıçdaroğlu ekibince 1930lu yıllar, ülkenin kötü, karanlık dönemi olarak nitelendirildi.

1930lu yılların anlayışıyla bugünün sorunlarının çözülemeyeceği açıkça savunuldu.

Uygulanan politikalarla AKP iktidarına hizmet edildi.

CHP’de kurulan parti okulunda 15 yıldan beri sosyal demokrasi düşüncesi, kadrolara iyice ezberletildi.

Belediyelerin organize ettiği toplantılarda Soros elemanları, Yeni CHP’nin kadrolarını yarattılar.

İkonlaştırılmış ve hadım edilmiş bir Atatürkçülük örtüsü altında sosyal demokrasi iyice örgütlendi.

Beyni yıkanmış CHPli kadrolar yaptıkları her konuşmada Atatürkçülüğün ilkeleri ile sosyal demokrasinin evrensel değerlerini birleştirmekten söz etmeye başladılar.

Hiç kimse onlara; ‘Atatürk hayatının hiçbir döneminde sosyal demokrasiyi olumlamadı. Aksine kurulan Sosyal Demokrat Partisi’ni de kapattı. Soyal Demokrasi fikri ile Kemalizm taban tabana zıttır. Avrupa’daki sosyal demokratlar, Kemalizmin en azılı düşmanlarıdırlar. Kemalizmle sosyal demokrasi birbirlerini iter. Siz ne biçim konuşuyorsunuz?” demedi.

Demedi, çünkü Türkiye’de sosyal demokrasi düşüncesi, reformcu solculuk gibi algılanarak kabul gördü. Liberal yayın evleri çıkardıkları kitaplarla okuyucuları bu temelde şartlandırdılar. Televizyondan her akşam yaptığı konuşmalarda Emre Kongar gibi akademisyenler, CHP yöneticileri gibi Atatürçülükle sosyal demokrasiyi birleştirmekten söz etti. 15 gün art arda yazdığı yazıyla CHP’nin sosyal demokrat bir parti olması gerektiği safsatasını savundu durdu.

Savunuyordu çünkü, TÜSES gibi Alman ideolojisini Türkiye’ye taşıyan bir kurumun kurucular heyetinde o da yer alıyordu.

Kimler yok ki o kurucular listesinde…

Türkan Akyol, Şahin Alpay, Asaf Savaş Akad, Atilla Sav, İsmail Cem, Ercan Karakaş, Hikmet Çetin, Altan Öymen, Hasan Cemal ve daha niceleri…

TÜSES’in manevi önderi de Erdal İnönü’ydü.

TÜSES gibi Türkiye’de sosyal demokrasinin kökleşmesi için faaliyette bulunan SODEV, Sosyal Demokrasi Derneği gibi kurumlar var.

SODEV, CHP’nin parti okulu gibi çalışıyor.

Buraya üye olan kişiler kısa zamanda CHP içinde yükselme fırsatı yakalıyorlar.

Ayrıca Alman Friedrich Ebert Stiftung Derneği’nin Türkiye’deki faaliyetleri çok önemlidir. Bu dernek, CHP ve adını belirttiğim kurumlarla birlikte ortak faaliyette bulunuyor. Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin bir kurumu olan bu dernek, Almanya devleti adına çalışıyor. Türkiye’deki faaliyeti 60lı yıllara dayanan bu kurumun yaptığı çalışmalar sonunda CHP gibi köklü bir parti, Alman derin devletinin etkisi altına girmiştir. CHP’nin parti yöneticileri, Almanlarla kurdukları dostlukları övünerek anlatıyorlar. CHP süreç içinde Alman çıkarlarına hizmet edecek biçimde şekillendirildi. CHP’nin savunduğu fikirler, Küresel kapitalizmin savunduğu fikirlerdir. Küresel kapitalizmin görüşleri yaldızlı laflarla süslenerek açıkça savunulurken ulus düşmanlığı yapılarak etnik, mezhep temelli bir politika Türkiye’de hayata geçirilmeye çalışılıyor.


Yeni CHP’nin Yeni Programı


Yeni CHP’nin programını görüşmek üzere delegeler Ankara’da 4-9 Eylül tarihleri arasında toplandı.

Toplantının açılış konuşmasını Özgür Özel yaptı. Genel Başkandan sonra bu toplantıyı organize etmekle görevli olan Selin Sayek Böke, söz aldı ve konuştu.

Selin Sayek Böke, CHP’nin son yıllarda parlayan yıldızıdır.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, CHP Genel Merkezinde düzenlenen CHP program çalıştayı açılışında konuştu.

Selin Sayek Böke, aynı zamanda bir sosyal demokrat olarak sıkı bir Alman dostudur.

Onun başkanlığında 350 sayfalık bir program hazırlanmış.

Programın en başında yer alan 11. sayfada “Gücümüzü Tarihsel Köklerimizden Alıyoruz.” başlığının altında bir sayfa ile sınırlı olarak Kurtuluş Savaşı anlatılarak Atatürk’e, İsmet İnönü’ye, Altı Ok’a olan bağlılık ifade edilmiş.

Yeni CHP Programının “Tarihsel Kökleri” içinde Türk ulusu yok.

Kurtuluş Savaşı’nı veren ulusun adını belirtmekten özenle kaçınılmış. Programın yalnız başında değil, 350 sayfa içinde de Türk ulusu yok.

Böyle bir programın Atatürkçü bir program olması mümkün müdür?

Atatürk Devrimleri ve Altı Ok İlkeleri ise sadece 3 cümlede ifade edilmiş.

Altı Ok’un Cumhuriyetçilik ilkesini ise 6 cümlede özetlemişler.

Milliyetçilik ilkesine yaklaşık olarak 2 sayfa yer vermişler ama bu milliyetçiliğin hangi ulusa ait bir milliyetçilik olduğu özellikle belirtmekten sakınmışlar.

Halkçılık ilkesi bölümünde ise sadece 2 cümle var.

350 sayfalık programda Atatürk Devrimleri ve Altı Ok İlkelerine 5 sayfa yer verilerek anlatılmış. Geri kalan 345 Sayfada ise sosyal demokrat anlayışla ülke sorunlarını nasıl çözeceklerini şöyle belirtmişler:


21. yüzyılda çağdaş bir Türkiye hedefine ulaşmak için CHP, Atatürk’ün ilke ve devrimlerine bağlı sosyal demokrasinin temel değerlerini benimseyen bir anlayışla her alanda bir yenilenme ve değişim süreci başlatmaya kararlıdır. Amacımız ülkemizin ve toplumumuzun güvenlik içinde refaha, huzura ve her alanda çağdaşlaşmaya ulaşmasıdır.


Atatürk’ün ilke ve devrimleriyle sosyal demokrasinin temel değerlerini benimseyen anlayış

burada da karşımıza çıktı.

Atatürk’ün ilke ve devrimleriyle sosyal demokrasinin temel değerleri birbirlerini yadsıyan iki anlayıştır. Biri olursa diğerinin varlık şansı tümüyle ortadan kalkar.

Sosyal demokrasi; Atatürk’ten, onun devrimlerinden ve Türk ulusundan nefret eder.

Sosyal demokrasinin temel değerlerini içselleştirmiş olan CHP’nin başındaki yöneticiler, Atatürk’e ve onun fikirlerinin bir özeti olan Altı Ok’a programlarında sadece 5 sayfa yer vermişler. O verdikleri 5 sayfada Kurtuluş Savaşı’nı ve Altı Ok’u hadım ederek anlatma becerisini göstermişler.

Sosyal demokrat anlayışa sahip olan CHP yöneticilerinin mensup olduğu bir ulusları yok.

Onlar, akıl aldıkları Alman dostları gibi Türk ulusunun varlığını inkar ediyorlar.

Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk milleti denir.” tanımını da reddediyorlar.

Ulus devlet olmanın bir gereği olarak 1924’ten sonra tüm anayasalara giren Türk vatandaşlığı tanımını da inkar ederek Abdullah Öcalan’ın savunduğu “Türkiye Vatandaşı” tabirini kullanıyorlar.

CHP’nin sosyal demokrat yöneticilerine göre ‘Türkiye’de egemen bir ulus yoktur. Türkiye; Türklerden, Kürtlerden, Lazlardan, Gürcülerden, Araplardan… meydana gelmiş bir topluluktur. Türkiye’de farklı milliyet ve mezhepler vardır, bu grupların her birinin de temel hakları vardır. Burada yapılması gereken şey, tüm bu grupların hakları güvence altına alınmasıdır.’ diyorlar.

Böyle bir anlayışın Atatürkçülükle bağdaşır en ufak bir tarafı var mıdır?

Atatürk devrimleri ve Cumhuriyet değerleri ile bir bağlantısı olmasa da emperyalizmin, siyonizmin ülkemizle ilgili hazırladıkları planla çok yakından bir bağlantısı vardır.

Programın ilerleyen bölümlerinde yerel demokrasi kılıfı altında Adem-i Merkeziyetçilik utangaçça savunuluyor. ‘Mümkün olduğu kadarıyla merkezin yetkilerini daraltılarak yerel yönetimlerin olanakları ve yetkileri genişletilmelidir.’ anlayışı, bizleri doğrudan federasyona götürür.

Bu topraklarda federasyonun yolu bir kez açıldığında da ortada ulus devletin tozu bile kalmaz.

AKP, MHP, DEM İttifakının Türkiye’yi götürmek istediği noktanın, CHP programında da yer bulabilmesi, mücadele açısından son derece kaygı vericidir.

Sosyal demokrasi, sadece kitaplarda savunulan ve söylemle sınırlı bir hareket değildir.

Ete kemiğe büründüğünde, parti programına girdiğinde, partili kadrolar tarafından savunulduğunda bir ulusun geleceğini belirler hale gelir.

Emperyalizm ve siyonizm; bir ülkenin iktidarını belirlerken onun muhalefetini de düzenler. Son 25 yılda yapılan siyasi operasyonlardan CHP de nasibini aldı. CHP’nin başına oturtulan ekip, söylemleriyle, davranışlarıyla, eylemleriyle üçlü ittifaka hizmet ediyor. Kılıçdaroğlu ve ekibinin ülkede ve CHP’de yaptığı yıkımı, kitleler yeni yeni kavramaya başladılar. Aynı ekibin içinden çıkmış olan Özel- İmamoğlu ekibinin ihanetlerini kitleler çok acı deneyimleriyle öğrenecekler. Bir partide veya mücadelede önderlik -Genel Kurmay- şaşkınsa, önünü görmekten acizse, başkalarının aklını savunuyorsa kitleler ne kadar direngen ve mücadeleci olurlarsa olsunlar yenilgi kaçınılmazdır.

Yanlış stratejiyle doğru mücadele olmaz.

CHP’de de yaşanan budur.

Hiç kimse İstanbul İl Binası önündeki itiş kakışlara bakarak CHP’nin doğru bir hatta olduğu hayaline kapılmasın. Partinin kuruluş yıl dönümü töreni sürerken Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen, TELE1’de Kürt Sorununu onların çözeceğini ve komisyondan da çekilmeyi düşünmediklerini ısrarla savunuyor. CHP yöneticileri, uluslararası sistemin Türkiye’yi Kürt Açılımı süreçleriyle bölmeye çalıştığı gerçeğini halktan gizlemeye çalışıyorlar ve ısrarla Kürtçü tezleri savunmaktan vaz geçmiyorlar.

Neymiş; Kürt sorunu çözülünce demokrasi gelecekmiş.

Buna ancak İsrail’in işbirlikçisi DEM Parti yöneticileri onay verir.

Irak’ta Kürt sorunu çözüldü.

Peki Irak’a demokrasi geldi mi?

Ne gezer?

Suriye’ye demokrasi gelecek mi?

Türkiye’ye demokrasi gelecek mi?

Türkiye’de Kürt sorununun çözümüyle birlikte ülkeye demokrasi ve özgürlüğün geleceği koskoca bir yalandır.

Etnik-mezhep eksenli bir ayrışmanın savunucusu ABD Büyükelçisidir, AB’dir, İngiltere’dir.

Onların Orta Doğu’da getirdikleri demokrasinin ne olduğunu orada yaşayan halklar iyi biliyorlar.

Gazze halkı çok yakından midesinde, başında, gözünde hissederek anlıyor.

Yeniden konumuza dönüp söyleyecek olursak sosyal demokrat düşünceli yöneticiler bu kargaşa döneminde partiyi, Küresel kapitalizmin istediği bir biçimde şekillendirerek halkın gerçek bir kurtuluş reçetesine sahip olmasını engelliyorlar.

Sosyal demokrasiyi bu topraklarda savunanlar, bu halka açıkça ihanet içinde bulunurlar.

Sosyal demokrasi, 100 yıl öncesinin mandacı fikirleridir.

Yüz yıl önce “Manda ve himaye kabul edilemez.” diyerek mücadele edildi.

Zamanımızın sosyal demokrat yöneticileri ise, “Avrupa Birliği’ne gireceğiz. O ülkelerde vizesiz dolaşacağız.” hayalleri satıyorlar.

Mürekkep yalamış okumuşlar, aydınlar da halktan önce bu masallara inanıp savunuyorlar.

Yazar hakkında

Ferit Gültekin

Yorum bırak

36  ⁄    =  12

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.