Sanat

Yeni 1 Mayıs Marşı

Eski marşın suyu mu çıktı?

[g1_dropcap size=”m”]1[/g1_dropcap] Mayıs İşçi Marşı; işçilerin, emekçilerin taleplerini iyi ifade eden marşlardan birisidir. Bestesi kitleler halinde söylemeye çok uygun olduğundan dolayı da benimsendi. Sözleri, kapitalizme karşı emeğin taleplerini dile getirdiğinden olsa gerek bugün de hiç eskimeden değerini, önemini koruyor.

Bestelenmesinin üstünden 40 yılı aşkın bir süre geçti.

Belleğimizde yer edinmiş olan bu marşın bestesi ve sözleri; Sarper Özsan’a ait.

Ruhi Su Dostlar Korosu da marşın geniş kitlelere duyurulmasını sağladı.

1 Mayıs 1977 Büyük İşçi Mitingi’nde marş, yüz binler tarafından hep birlikte söylendi.

Aynı gün, karşı devrimin provokasyonu sonucu, işçilerin kanı alanda akıtılarak 34 emekçi katledildi.

Kanlı 1 Mayıs, Türkiye’yi 1980 karşı devrimine götürmede çok önemli bir dönemeç oldu. Alanda olanlar ters yüz edilerek emek hareketine saldırıya geçildi.

Kaybedilenlerin acısı yüreklerde derin yaralar açarken yapılan yoğun saldırılar; emekçilerin bilincinde, duygu dünyasında derin izler bıraktı. Marşın ilk dizesinde söylendiği gibi: “Günlerin bugün getirdiği, baskı zulüm ve kandır.” sözleri, aynı zamanda yaşanılan süreci çok güzel ifade ediyor.

Bu marş daha sonradan; Cem Karaca, Timur Selçuk, Edip Akbayram, Grup Yorum gibi sanatçı ve müzik grupları tarafından seslendirildi.

İşte 1 mayıs İşçi Marşı’nın sözleri:

1 MAYIS İŞÇİ MARŞI
 
Günlerin bugün getirdiği, baskı zulüm ve kandır,
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez,
Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde.
 
1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin, emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı.
 
Yepyeni bir güneş doğar, dağların doruklarından,  
Mutlu bir hayat filizlenir, kavganın ufuklarından.
Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir.
 
1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin, emekçinin bayramı,  
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı.
  
Ulusların gürleyen sesi, yeri göğü sarsıyor,
Halkların nasırlı yumruğu, balyoz gibi patlıyor.
Devrimin şanlı dalgası, dünyamızı kaplıyor.
 
 Gün gelir, gün gelir zorbalar kalmaz gider,  
 Devrimin şanlı yolunda, kül gibi savrulur gider. 

1 Mayıs 1977 Taksim Mitingi’ne 500 – 600 bin emekçi katılmıştı. DİSK’in örgütlü olduğu fabrikalardan on binlerce işçi alanı doldurmuştu.

DİSK, Askeri darbeden önce 15 – 16 Haziran Direnişi , DGM Direnişi ve MESS Grevi gibi eylemlerle işverenlere kök söktürmüştü. İşçilerin haklarını budamaya yönelik çıkarılmaya çalışılan birçok yasa tasarısı engellendiği gibi iş yeri örgütlülüğünden gelen güçle grev hakkının kullanılması sonucu işçiler ileri haklar kazanmışlardı.

Kanlı 1 Mayıs’tan sonra işçi örgütlülüğüne, DİSK’e karşı yoğun bir saldırı gerçekleştirildi.

12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe ile tüm emek ve sol örgütler kapatıldı. Yöneticileri tutuklandı ve yıllarca yargılandılar.

DİSK kapatıldı, mallarına el konuldu.

Uzun yargılama ve tutukluluk döneminden sonra ancak 16 Temmuz 1991 yılında kapatma kararı hukuken kaldırıldı.

Sendikaya ait malların ve paranın iadesi ise uzun hukuki süreçlerden sonra gerçekleşti.

12 Eylül, Türkiye’de sol hareketi bir silindir gibi ezerken işçi örgütlenmesinin önüne bir sürü yasal engel çıkardı. Neredeyse örgütlenmek olanaksız hale getirildi.

İşçi sınıfının siyaseti ve sendikal hareketi bir yandan ezilirken sistemi rahatsız eden, zorlayan yanlar törpülenerek işçi hareketi ehlileştirildi.

Burjuvazinin işçi sendikalarındaki en büyük dayanağı sendikal bürokrasidir.

Sistem bu kesime dayanarak işçileri istediği gibi yönetir.

Lenin, bu kesimler için; “Patronların sendikalardaki bekçi köpekleri” ifadesini kullanır.

İşçileri sendikalarda patron adına kontrol eden sendikal bürokrasinin işçiyi soyması da sistem tarafından özendirildi.

Toplu sözleşme dönemlerinde işçinin satılması artık sıradanlaştı.

Bin bir engeli aşarak çıkılan grevlerin sonunda işçilerin iyi haklar kazanmaları engellenerek işçilerin bilinç altına ‘mücadele ederek hak kazanılamaz.’ fikri yerleştirilmeye çalışıldı.

İş yerlerinde sendikalaşan işçiler işten atıldı.

Türk İş, HAK – İŞ devlet ve işveren tarafından korunup, bu sendikalarda işçilerin örgütlenmesi özendirildi.

1980’den sonra işçiler; ekonomik, sendikal haklarının bir çoğunu kaybettiler.

Bütün bunlar olurken sendikacılar ise işçileri oyalayıp kandırma yolunu izlediler.

Darbe öncesinde işçilerin önünde yürüyen, uzlaşmaz olan, kararlılık gösteren sendikacı tipi gitmiş yerine; palavracı, güvenilmez, dediği ile yaptığı bir olmayan uyumsuz kişiler gelmişti.

Yeni dönemdeki DİSK yöneticilerinin eski dönemin yöneticileriyle en ufak bir benzerliği kalmamıştı.

Yöneticiler DİSK’i, milletvekilliğine atlama tahtası olarak kullanırlarken bazıları da mafya tarzında ayaklarından vuruluyordu.

Yaşam tarzı olarak çürüyenler siyaseten de çürümüşlerdi.

1980 sonrası Türk toplumunun önüne bir AB hedefi konuldu.

Partilerin tümü ve basın el birliği halinde bu hayali topluma şırınga ettiler.

Söylenenlere bakılırsa Avrupa Birliği’ne girerek herkes zengin olurken işçiler, çalışanlar ve tüm halkımız da en ileri sosyal haklar elde edeceklerdi.

Bütün partiler, kitle örgütleri, sendikalar, basın aynı yalanı koro halinde söylüyorlardı.

Pembe yalanlar da, pembe hayaller de çok güzeldi.

Türkiye’nin Avrupa Birliği kapısına bağlanma sürecinde en çok da sendikacılar görev aldılar.

Yıldırım Koç, ömrünün uzun yıllarını sendikal mücadeleye adamış bir sendika uzmanıdır. “DİSK’in Emperyalistlerle Dansı” adlı makalesinde bakın neler anlatıyor:

… Bu dönemde sendikalar içinde Avrupa Birliği’nden ‘proje’ adı altında para alan ilk örgüt, DİSK oldu. 2821 sayılı Sendikalar Kanunu, yabancı devletlerden ve Türkiye’nin üyesi bulunmadığı uluslararası örgütlerden para almayı Bakanlar Kurulu’nun ön iznine bağlamıştı. DİSK bu yasağı da çiğneyerek, 1996 – 1997 yıllarında Avrupa Birliği’nden 150 bin Euro para aldı; bu parayı kendi muhasebe kayıtlarına da geçirdi.

Avrupa Komisyonu’nun ‘Sivil Toplum İş Başında’ isimli raporunda, DİSK’in aldığı parayla ilgili olarak yarım sayfadan fazla bilgi yer almaktadır. İlgili bölümün ilk pragrafı şöyledir: ‘Sendikaların AB’nin oluşumunda ve çağdaş demokrasinin kurulmasında önemli rolleri vardır. Bu nedenle, sendikaların AB’deki bilgi birikimi ve deneyimlerinin, AB’ye aday ülkelere aktarılması giderek daha çok önem kazanmaktadır. Bu çerçevede, Avrupa Komisyonu DİSK’in yürüttüğü projeye, MEDA Demokrasi bütçesinden 150.000 Euro tutarında katkıda bulundu.’

DİSK’in 2000 yılında toplanan 11. Genel Kurulu’na sunulan Çalışma Raporu’nda ‘Yurt dışından gelen proje karşılığı’ başlığı altında gelir kaydedilen bir para vardı. Bu paranın 150 bin Euro olduğu bilinmektedir. 15. 9. 1997 – 30. 6. 2000 döneminde DİSK’in aidat gelirleri 312,2 milyar lira iken, içinde proje gelirlerinin yer aldığı ‘diğer gelirler’ 143 milyar liraydı.

DİSK, Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa İnsiyatifi (European initiative for Democracy and Human Rights) isimli bir yapılanma aracılığıyla da Avrupa Komisyonu’ndan 550. 128 Euro hibe aldı. Proje numarası DDH/2001/0177 idi. 2004 yılı Ocak ayında başlayarak 31 ay süren projenin toplam maliyeti ise 704. 078 Euro idi.

DİSK ayrıca gerek ülke içindeki bazı kuruluşlarla, gerek de Avrupa Sendikalar Konfederasyonu aracılığıyla alınmış AB projelerinde yer aldı.

Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa İnsiyatifi kapsamında DİSK üyesi Dev Maden -Sen de Avrupa Komisyonu’ndan 83. 189 Euro hibe aldı. 2006 yılı Mayıs ayında başlayan ve 18 ay süren projenin toplam maliyeti ise 123. 606 Euro idi (Proje numarası DDH/2004/085 – 345). Dev Maden -Sen ayrıca Avrupa Birliği’nin Türkiye İş Kurumu aracılığıyla gerçekleştirdiği projeler yoluyla Avrupa’dan 141. 950 Euro’luk bir hibe bağış aldı (Proje numarası TR0205. 01 – 02/140)…

http://www.yildirimkoc.com.tr > p=koseyazilari

Yıldırım Koç’un yazısı, Dev Maden – Sen’in Hollanda’dan ve George Soros’un Türkiye’deki kuruluşu olan Açık Toplum Enstitüsü’nden alınan paraların bilgileriyle devam ediyor.

DİSK böyle de KESK ve KESK’e bağlı sendikalar farklı mı?

Ne yazık ki 1980 sonrası sol örgütler ve sendikalar, AB’den ulufe alan yeniçerilere dönüştüler.

Para alan emir de alır.

Para alan, sahibinin türküsünü söyler.

İsrail İstihbarat örgütü MOSSAD’ın bu duruma denk düşen bir sözü vardır. “ Para verin; parayı alan bir gün nasıl olsa onun karşılığını ödeyeceğini bilerek parayı almıştır.” der.

Aynı sözün tarif ettiği gibi; Türkiye’deki sol örgütlerin geneli ve sendikalar, “çok kültürlülük” mavallarıyla etnik milliyetçilik yaparak AB’nin Türkiye’yi bölme projelerinin suç ortakları olarak borçlarını ödediler.

Yakın tarihimizde Amerikancı FETÖ eliyle yurtsever güçlere karşı bir saldırı hareketi gerçekleştirilmişti. Bu saldırının sonuçlarının nelere sebep olduğunu çok yakından biliyoruz.

O dönemde Ergenekon denilen bir şeytan yaratılmıştı.

KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek, 26 Ocak 2009 tarihinde şöyle diyordu:

…Yakın tarihimizde çok sayıda devrimci, demokrat, ilerici ve yurtsever insanımız Ergenekon tarafından katledilmiş, çok sayıda yurttaşımız, kimlikleri bugün daha net ortaya çıkan isimlerce kaçırılmış, işkence edilmiş hatta kaybedilmiştir…Bu yüzden özgürleşme, demokratikleşme tarihimiz açısından şu anda yürütülen bu davanın seyri önemlidir. Örgütün bütün karanlık ilişkileri, kime ve nereye kadar uzandığına bakılmaksızın açığa çıkarılmalıdır….Bu dava emekçiler için, toplumsal muhalefet kesimleri için, bu ülkenin tüm namuslu ve aydınlık insanları için çok önemlidir. Siyasi iktidar bilmelidir ki davanın takipçisi olacağız…

http://www.yuksekovahaber.com/news detail.php?id=11365

AB Raportörü tarafından kaleme alınmış Türkiye raporlarına ne kadar benziyor değil mi?

Emekçilerin örgütü olması gereken sendikalar, değiştirilip karşı devrimin birer üslerine dönüşme süreci işte böyle gerçekleşiyor.

Bugün de bu örgütlere baktığımızda eleştirdiğimiz noktalarda değişen hiçbir şey yok!

Onlar yine AB’li dostlarıyla demokrasicilik oynamaya devam ediyorlar.

Yeni 1 Mayıs Marşı

Bildiğimiz 1 Mayıs Marşı’ndan sonra bu yıl ikinci 1 Mayıs Marşı daha ortaya çıktı. Konuyla ilgili haberi, kaynağından okuyalım:

TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) Komintern arşivinde yer alan ve Banu İşlet tarafından transliterasyonu yapılan ‘İstanbul’da 1 Mayıs’ isimli Nazım Hikmet şiiri 1 Mayıs 2021 çalışmaları kapsamında Ozan Çoban ve Güneş Demir tarafından bestelendi. Şarkının klibini Nazım Soylu hazırladı…1925 yılında İstanbul’da gerçekleşen 1 Mayıs yürüyüşünü konu edinen ‘İstanbul’da 1 Mayıs’ şiirinde Nazım Hikmet, işçilerin sanayi bölgelerinden ve yoksul mahallelerden yürüyerek şehir merkezine gelişini anlatıyor. Nazım ustanın işçi sınıfının gücünü ve öfkesini anlatan şiirini yaklaşık 100 yıllık bir gecikmeyle okuyabildik. İstanbul’daki 1 Mayısların coşkusunu notalara yansıtan bu şarkıyı yıllar boyunca hep birlikte söyleyeceğiz.

http://disk.org.tr

Adı anılan Nazım Hikmet’in şiiri şöyle…

 İSTANBUL’DA 1 MAYIS
 
 Kıpkızıl, kan kırmızı bayraklarımızın alevinden
 Sarı kursak bir balon gibi soldu güneş.
 Ciğerlerimizde şişen türküler ateş!
 Kol kola
 Düştük yola
 Yedikule’den amele evleri Sirkeci’ye dayandı,
 Karagümrük kırmızıya boyandı.
 Kasımpaşa tersaneyi yüklendi sırtına,
 Geçtik köprüden
 Geliyoruz: Yol ver bize Cadde – i Kebir!

 Kaldırımları söken topuklarımızla  
 Tokatlıyan’da göbekli mebusları tokatladık!
 Osmanbey’in ensesine atladık!
 Zifosladık Şişli’nin kadife mantosunu!
 Bugün toz kondurmuyoruz keyfimize!
 Bugün ‘Mayıs Bir’!
 Bir Mayıs’ta İstanbul  
 Bizim olmuş gibidir!
     **
 Hürriyet- i Ebediye tepesinde taş kesilen
 Mahmut Şevket’in iskeleti!
 Seni oraya diken sınıf
 Zırnık kadar bile vermedi bize hürriyeti;
 Yıkıl karşımızdan!
 Yangınları haykıran Yangın Kulesi tepeden bakma bize
 Bir gün elbet
 Seni borazan yapacağız kendimize,
 İstanbul’un ağzı
 Haykıracak kızıl inkılabımızı!

 
 Nun(Nazım) Ha(Hikmet) 

Bu gün 1 Mayıs’ın ezgisi ise şöyle:

Ozan Çoban ve Güneş Demir’in bestesini dinlediğimde marş şarkı mı olduğuna bir türlü karar veremedim. Aynı ikilemi Disk’in Sesi’ndeki çalışanlar da yaşamış olmalılar ki aynı sayfada bir yerde marş derlerken yan tarafta da şarkı diyorlar.

Bana göre ne marş ne de şarkı olmuş.

İkisinin arasında bir şey, şarkıya daha yakın…

Şarkıyı seslendiren Ozan Çoban’ın ses rengi Onur Akın’ı hemen akla getiriyor. Cem Karaca ve Kıraç’ın sesi gibi dağlardan kopmuş akan sular gibi gürül gürül akmıyor, çağlayan gibi kükremiyor. Onun sesi daha çok ovada kıvrımlı yatağında nazlı nazlı akan sulara benziyor.

Bu yüzden olsa gerek eski 1 Mayıs Marşı’ndaki çoşkuyu bir türlü yakalayamıyor.

Yeni marş, toplu söylemeye de uygun değil.

Biraz iddialı bir cümle olacak ama müzik eğitimi almışların dışında bu ezgiyi birlikte söyleyen az kimse bulunur. Bu yüzden de bu marşın kitleselleşmesi beklenmemelidir.

10. Yıl Marşı’nda, İzmir Marşı’nda, 1 Mayıs Marşı’nda olan özelliklerden hiçbiri bu eserde yok.

Marşın güftesi olarak Nazım Hikmet’in bu şiirinin neden seçildiğini bir türlü anlayamadım.

Ülkemizden bir şehirin – İstanbul’un – temel alınması bir eksiklik yaratıyor. Kitlelere hitap eden marşlar toplumun genelini kapsamak zorundadır. 1 Mayıs, üretimin olduğu her yerde, her kentte kutlanıyorsa haliyle her ilde yaşayan emekçiler de kendisinden bir şeyler bulmalıdır bu marşta. Bu belirttiğim özellikleri ancak eski marşımızda yakalıyoruz.

DİSK, marşın tanıtım yazısında: “1925 yılında İstanbul’da gerçekleşen 1 Mayıs yürüyüşünü konu edinen ‘İstanbul’da 1 Mayıs’ şiirinde Nazım Hikmet, işçilerin sanayi bölgelerinden ve yoksul mahallelerden yürüyerek şehir merkezine gelişini anlatıyor.” diyor.

DİSK, bu bilgiyi nereden edindiğine dair bir bilgi ortaya koymuyor.

Bu eylemin 1925 yılında yapıldığına dair hiçbir kaynakta bilgi edinemedim.

Bu tanıma uygun düşen eylem, İşgal yıllarının İstanbul’unda 1921 yılında yapılan eylemdir. Kaynaklarda “İştirakçi Hilmi önderliğinde Sosyalist Fırka’nın düzenlediği 1 Mayıs’a işçiler kızıl bayraklarla katıldı ve Kasımpaşa’dan Şişli Hürriyet – i Ebediye Tepesi’ne kadar yürüdüler.” diye yazıyor.

Bildiğiniz gibi 1925 yılında İngiliz emperyalizmi henüz daha kurulmaya yeni başlanan genç Cumhuriyeti yıkmak için Şeyh Sait ayaklanmasını çıkartmıştı. Doğu illerinde çatışmalar devam ediyordu. Bu yüzden ülkede tüm gösteriler yasaklanmıştı.

İstanbul’da yapıldığı söylenen eylem, dar anlamda 1921 yılında yapılan eylemi tarif ediyor.

Nazım, şiirini yazarken 1921 yılındaki eylemden esinlenerek gönlünden geçen, olmasını istediği eylemi şiirinde anlatmış herhalde. Şairin imgelem gücü bu tür yaratımlarda bulunmaya uygundur.

DİSK’in hiç araştırma yapmadan bu ham bilgiyi gerçekmiş gibi kullanmasını nasıl izah etmeliyiz acaba?

Şiirin içeriğine gelirsek, şiir bize Osmanlı’nın Konstantinopolis şehrini anlatıyor.

Cadde – i Kebir, bugünkü adıyla İstiklal Caddesi…

Tokatlıyan Oteli; Pera’da (Beyoğlu) Ermeni asıllı kalantor birinin lüks oteli…

Zifos, arabadan sıçrayan çamur. (Yunanca)

Yüz yıl öncesinin İstanbul’unda, Osmanlı zenginliklerinin başına çöreklenmiş kesimleri anlatıyor.

Pera, Osmanbey, Şişli, Cadde- i Kebir onların oturduğu, yaşadığı, eğlendiği semtler.

Yedikule, Kasımpaşa, Karagümrük ise yoksulların…

Nazım’ın dizelerinde emekçiler, işçiler sel olup şehrin meydanlarına akıyor.

Şiirin ikinci bölümünde:

…Hürriyet- i Ebediye tepesinde taş kesilen

Mahmut Şevket’in iskeleti!

Seni oraya diken sınıf

Zırnık kadar bile vermedi bize hürriyeti;

Yıkıl karşımızdan…” diyor.

Mahmut Şevket Paşa, İstanbul’da 31 Mart’ta ayaklanan gericiliği bastırmak için gelen Hareket Ordusu’nun komutanıdır. Bu ordu, ayaklanmayı bastırarak Abdülhamit’i tahttan indirerek Meşrutiyeti ilan etti.

Mahmut Şevket Paşa sadrazam olduktan dört ay sonra bir suikast sonucu öldürüldü ve Hürriyet -i Ebediye tepesine gömüldü.

1908 Devrimi, ilerici bir harekettir.

Devrimi gerçekleştiren İttihatçı kadroların bir kısmı zaman içinde yolsuzluklara bulaşarak yozlaşmışlardır.

Nazım Hikmet, Mahmut Şevket Paşa’nın şahsında bu yozlaşmayı eleştiriyor.

1920- 1925’li yıllarda bu eleştiri doğru olsa bile bugün yaşadığımız bu süreçte bunun bir değeri yoktur.

Bugün eleştirilmesi gerekenler Abdülhamit’i devirenler değil yeni Abdülhamitleri iktidara getirenlerdir.

Meşrutiyet karşıtı 31 Mart Ayaklanması’nın merkezi olan Topçu Kışlası’nı Yıktıran Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa’ya ait 2013 Yazı’nda çekilen bir afiş… O ki; saltanatına son verdiği Abdülhamid’in gerici iktidarının bir çeşit devamı niteliğindeki AKP’nin Taksim Gezi Parkı’na yeniden inşa ettirmek istediği Kışlanın inşaatı sırasında dozerlerle ağaçları yıkmaya başladıkları anda patlak veren Gezi Direnişi’nin halkçı ve ilerici hürriyet ruhunu taşımaktadır.

Bugün Türkiye’yi Abdülhamit zihniyeti yönetiyor.

DİSK kalkmış 1920’lerde tozlu sayfalar arasında kalmış bir şiiri marş yapıp işçi sınıfının önüne koyuyor.

Gerçekleri saptırarak egemenlere hizmet ediyor.

DİSK, Mahmut Şevket Paşa’ya taş atarak Recep Tayyip Erdoğan’ı sevindirir ancak.

Bugünün dünyasında yaşayan işçiler, Mahmut Şevket Paşa’nın ne yapıp ne yapmadığıyla ilgilenmiyorlar.

Onların dünyasındaki kan emiciler, “iskeletler”, çok farklı.

İşçiler ellerinde bayraklarla “Mahmut Paşa yıkıl karşımızdan!” diye slogan atarak mı yürüyecekler?

Hadi canım sizde!

Bu akılları size AB’ileriniz mi veriyor?

DİSK, yaşadığımız günlere denk düşmeyen güftesi ve marş olmayan bestesiyle kötü bir girişimde bulunarak Nazım Hikmet’e de haksızlık ediyor.

Eski 1 Mayıs Marşı’nın suyu mu çıktı?

Marştaki kavga eden, devrim yapmayı salık veren, yıkıp – yeniyi kuran temadan acaba kimler rahatsız oluyor?

Sizler mi?

Patronlar mı?

Yoksa her ikiniz de mi?

Yazar hakkında

Ferit Gültekin

Yorum bırak

5  ×  1  =  

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.