Haberler

Heykel

Heykeller, anıtlar bir düşüncenin simgesidir.

Türk aydınlanmasının, gedikli iki tane düşmanı vardır. Bunlar esas olarak dinci gericilik ve ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğidir.

Kökleri Osmanlı dönemine kadar uzanan ve 100 yıllık Cumhuriyet tarihi dönemi boyunca devam eden bu kavga, bugün de taraflarca sürdürülüyor.

İktidardaki dinci gericilik ve muhalefetteki Kürt milliyetçiliği mensupları, ağızlarını her açtıklarında Cumhuriyetle tarihi bir hesaplaşmaktan söz ederek onu soykırım yapmakla suçluyorlar.

Türk aydınlanması, yüzlerce yıl süren geriliğin ve savaşların sonunda yangın yerine dönmüş ülkeyi ve cahil, yoksul bırakılmış bir halkı, çağdaşlaşma zirvesine taşımaya gayret ederken emperyalizmle işbirliği yapan bu gerici ittifakın çıkardığı ayaklanmalarla da uğraşmak zorunda kalmıştır.

Şapkayı gerekçe göstererek Karadeniz’deki Müslümanlaşmış Rumların ve şeriatçı Türklerin ayaklanmaları da 28 Kürt ayaklanmasının da amacı, Batı emperyalizminin yararı doğrultusunda Cumhuriyeti yıkmaktı.

Bu amaç ancak 1938’den sonra Kemalizmin iktidardan uzaklaştırılmasından sonra yavaş yavaş hayata geçirilebildi.

İsmet İnönü döneminde 1945’lerde başlayan devletin ve toplumun dincileştirilmesi projesi, uzun süren çalışmalar sonunda emperyalizm yararına başarıya ulaştı.

Diğer yandan dinci gericilikle barışık ve feodal özellikleri içinde barındıran Kürt milliyetçiliği de, emperyalizmin ve siyonizmin bölge planları doğrultusunda beslendi ve büyütüldü. Batı kapitalizminin ülke içindeki uzantısı olan Büyük burjuvazi ve medya, Cumhuriyet tarihi döneminde ayrılıkçı Kürt hareketini meşrulaştırma, önünü açma, maddi sorunlarını karşılamada eşsiz görevler üstlenmişti. Türkiye’deki medya, kamuoyu oluşturma ortak değerler üretme gibi alanlarda şeriatçı örgütlenmeye ve Kürt milliyetçiliğine büyük hizmetlerde bulundu. Simavi imparatorluğunun, Doğan Medyanın ve en son olarak Demirören Medyanın bu alanda yaptıkları incelendiğinde tarihi öneme sahip sonuçlar çıkarılabilinir.

2023 Türkiye’sinde iktidardaki dinci gericilik, eski rejimden kalan tüm unsurları temizleyerek yeni kurduğu rejimin anayasasına, “Bu devlet; çok dilli, çok kültürlü, çok uluslu, çok inançlı ve çok hukuklu bir devlettir.” ilkesini yazmak istiyor.

Ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğinin bu tespite yönelik olarak en ufak bir itirazı olmadığı gibi yaptıkları konuşmalarda da bunları talep ettiklerini dile getiriyorlar.

Dinci gericiliğin ve ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğinin bu getirdiği talepler; emperyalizmin ve siyonizmin de gerçekleşmesini istediği taleplerdir.

Dinci gericilik ve Kürt milliyetçiliği, Kemalizmin, aydınlanmanın ve Cumhuriyetin en azılı düşmanlarıdırlar.

Bu gerçeği hafife almak ve reddetmek bizi çıkmaz sokaklara sokar.

Bu konuda en büyük zaafı da Türkiye’de sol yaşıyor.

Etnik milliyetçiliğin kontrolündeki sol, Türkiye’de 1965’ten beri Kürt milliyetçiliğinin esiri olarak bir aydınlanma hareketi olan Kemalizmin düşmanı oldu. Ona karşı tavır alarak emperyalist planların bir parçası olarak 1938’den sonra olanları ve yapılan uygulamaları Kemalizmin günahlarına (!) yazarak İslamcı gericiliğin gelişmesine dolaylı olarak hizmet etti.

Gezi eylemleri, Türkiye’nin dinci, gerici gidişine karşı yapılan en büyük halk hareketidir.

Bu halk hareketinin Recep Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş adlı iki önemli düşmanı vardı.

Dönem, açılım dönemiydi.

İktidardaki parti, Batının telkinleriyle ve Demirtaş’ın içinde bulunduğu hareketle birlikte, “çok dilli, çok kültürlü, çok uluslu, çok inançlı, çok hukuklu” programı hayata geçirmek için harekete geçti. Taraflar arasında Oslo’da yapılan gizli toplantının emperyalizm adına gözlemcisi de İngilizlerdi.

İşler çok iyi gidiyordu,”Artık analar ağlamayacak.” deniliyordu. Bülent Arınç, “Apo çok iyi bir Müslümandır. Hatta namaz bile kılıyor.” diyerek güzellemeler yapıyordu. Nereden çıktıysa çıktı, halk sokaklara döküldü ve Erdoğan iktidarını sarsmaya başladı. Türkiye’nin her ilinde sokak gösterileri yapılıyordu ama Doğu illerinde yaprak kımıldamıyordu.

Selahattin Demirtaş çıktı ortaya ve “Bu eylem, Türk ırkçılığının bir eylemidir. Böyle bir hareketin içinde yer alamayız.” dedi.

Alamazlardı çünkü, dönem İslamcı- Kürtçü ittifakının dönemiydi.. Yüz yıldır hayali kurulan projenin gerçekleşmesine az kalmıştı. Milyonların katıldığı halk eylemi, Cumhuriyet, çağdaşlık adına bu tarihi fırsat geri çevrilemezdi.

İslamcı- Kürt ittifakı, Taksim meydanına 200- 300 kişilik PKK’lı ve SDP adlı grubu sokarak Gezi Eylemi’ni sabote etti.

Eylemden sonra SDP adlı parti, görevini tamamladığında adeta buharlaştı. Bu örgüt, 1970’li yıllarda kendisini “Kurtuluş” olarak tanımlıyordu. Varlığı süresinde sol hareketi, Kürt milliyetçiliğinin kuyruğuna takma misyonunu kendisine görev edinmişti. Şimdi bu hareketin mensupları aynı göreve HEDEP örgütü çatısı altında devam ediyorlar.

Geçtiğimiz günler içinde Diyarbakır’da, genişletme çalışması yapılan bir bulvara Şeyh Sait Bulvarı adı verildi.

Kayyum atanan Diyarbakır Belediyesi Meclisinde alınan bu karar, AKP’li ve HEDEP’li meclis üyeleri tarafından birlikte alındı.

Şeyh Sait konusunda da İslamcılarla Kürtçüler her zaman yaptıkları gibi ittifak yaptılar.

Kendi kahramanlarına sahip çıkarak Cumhuriyet karşıtı olduklarını dosta düşmana gösterdiler.

Türkiye’deki sol, verilen bu haberde AKP’yi, kayyum yönetimini, HÜDA-PAR’ı hatta Şeyh Sait’i gördü de Şeyh Sait noktasında AKP ile ittifak yapan HEDEP’i görmedi, göremedi. Çünkü düşünsel olarak Kürt milliyetçiliğinin kokain bağımlısıydı.

Aynı bağımlılık CHP’de de var. CHP çevresinde kümelenmiş laik, çağdaş, Atatürkçüler, 1990 yılından beri Kürtçülük temelinde beyinleri yıkanmış ve düşünemez hale getirilmişti. Bu projeye karşı çıkan ve ikna olmamış Uğur Mumcu gibi aydınlar öldürülüp, etkisizleştirildi.

Bugün CHP, Kürt milliyetçilerinin ve AB işbirlikçisi Alevilerin işgali altındadır. Bu işgalciler Amerika’nın ve AB’nin tavsiyeleri doğrultusunda yerel seçimlerde AKP’ye karşı, Kürt milliyetçiliği ile ittifak yapacaklar.

Bu ittifak ancak Cumhuriyet ve Kemalizm karşıtlığı temelinde gerçekleşebilir.. Böyle bir ittifaka, kafası iğfal edilmiş Atatürkçü tabanın “Aman ha! Yoksa belediyeler AKP’ye geçer.” şartlanmasıyla destek vermesi de olasıdır. Diğer taraftan seçimler, Kemalizm – PKK karşıtlığını, elindeki medya gücünü de iyi kullanan AKP nin tüm belediyelerde kazanacağı bir galibiyetle de sonuçlanabilir. Böyle bir durum, CHP’nin de sonunu getirir.

CHP’nin tarihe karışması, alınacak yenilginin açacağı sonuçlar, CHP’deki işgalci çetenin umurunda değildir. Onlar için önemli olan tek şey, isteklerinin dile getirilmesi ve gerçekleşmesi için yapılan hamlelerdir.

Şeyh Sait Bulvarı’ndan söz ederek yerel seçimlere kadar geldik.

Türkiye’de hızlı bir dönüşüm yaşanıyor. Sayıları 13 milyonu bulan istilacıların varlığı ve bunların Türkiye’de hangi amaçlar için kullanılacağı belirsizliğini korurken eğitim dincileşiyor ve okullar medreseye, İmam hatibe dönüştürülüyor. Bilinçli bir şekilde enflasyon yüksekte tutularak Türk halkı yoksullaştırılırken halkın elindeki mülkiyet yabancıların eline geçiyor. Türklerin elindeki ülke ellerinden alınıyor. Hayatın her alanı dinselleştiriliyor.

Son dönemde İskilipli Atıf’ın adı okullara, caddelere veriliyor.

Vahdettin’e “Vatan haini” diyenler hakkında soruşturmalar başlatıldı.

Tunceli’de Seyit Rıza’nın heykeli meydana dikildi.

Demirtaş da bir zamanlar, “Apo’nun heykelini dikeceğiz.” demişti.

Aynı şekilde HEDEP milletvekilleri de yaptıkları konuşmalarda Şeyh Sait’in heykelini Diyarbakır’a dikmekten söz ediyorlar.

Heykeller ve anıtlar; bir iktidarın egemenliğini simgeler.

İskilipli Atıflar, Deli Kadirler, Seyit Rızalar, Şeyh Saitler de bir inancın, bir hareketin kahramanlarıdırlar.

Türkiye’de 3 Aralık 1924’te Hilafet kaldırıldı. Tevhid-i Tedrisat kanunu çıkarılarak öğrenim birliği gerçekleştirildi. Bu temel noktadan hareket ederek medreseler kapatıldı ve dinci gerici yuvalar dağıtıldı. Dini mahkemeler kapatıldı, feodalizme ait kurumlar tasfiye edilmeye başlandı.

İşte bu koşullarda 13 Şubat 1925’te Doğu’da İngiliz işbirlikçisi Şeyh Sait ayaklandı.

Şeyh Sait’in amacı, Vahdettin iktidarını yeniden işbaşına getirmek ve o dönemde Beyrut’ta bulunan Abdülhamit’in oğlu Mehmet Selim’i Halife yapmaktı. Yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

Medreseler kapandı. Din okulları Milli Eğitime bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bizzat dövüşmeye başlar dinin yükselmesine gayret ederim.

Dinci ve Kürtçü gericiliğin kahramanları bunlardır.

Kürtçü gericilik, 60 yıldır yüzündeki sol maskesiyle sol mahallede gezerek kendine bugün de inanan taraftar bulabiliyor.

Dinci ve Kürtçü gericilik yüz yıldır kesintisiz olarak Cumhuriyete, aydınlanmaya ve onun ideolojisi olan Kemalizme düşmanlık etti ve etmeye de devam ediyor.

Sol medyada önemli bir ağırlığı olan Merdan Yanardağ, Cumhuriyet, aydınlanma, halk iktidarı adına CHP’nin, “Kürt sorununu” çözme doğrultusunda cesaretli adımlar atamamasını eleştiriyor ve bu konuda radikal kararlar alma doğrultusunda onları teşvik ediyor.

Yazılarımda özellikle Merdan Yanardağ’ı eleştiriyorum. Çünkü o kendini, “Türk devriminin kazanımlarının farkında olan ve aydınlanmanın, çağdaşlaşmanın bir atılımı olan Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkan bir sosyalist” olarak tanımlıyor. Kendine böyle misyonlar yükleyen bir sosyalistin, Kürt milliyetçiliği söz konusu olduğunda aydınlanma, devrim gibi değerleri bir kenara fırlatarak adeta bir dalkavuk gibi hareket etmesini bir yerlere sığdıramadığım için onu eleştiriyorum.

Merdan Yanardağ, görmeye alışkın olduğumuz tipik bir Türkiye aydınıdır. Bu tür aydınlarda doğrularla yanlışlar, artılarla eksiler hep bir arada varlığını sürdürür. İhtiyaç olduğunda torbadan çıkarılan değerler ortaya atılarak savunulur.

Kürt sorunu denilen şey de yıllardır söylene söylene beyinlere kazınan ve solun genel doğrusu haline getirilen bir taleptir.

Merdan Yanardağ ve çok bilmiş bazı solcular “Kürt sorunu, Kürt sorunu” diyerek tepinip duruyorlar ama bunu somut talepler olarak madde madde ortaya koymaktan özellikle kaçınıyorlar.

Nedir bu talepler?

Kürtlere tanınacak bölgesel bir özerklik mi?

Bu özerklik temelinde;

  • ayrı parlamento
  • ayrı bayrak
  • ayrı silahlı kuvvetler
  • söz konusu olan alanda vergi toplama
  • ayrı hukuk sistemi

ya da bağımsız bir Kürdistan mı?

Hangisi?

Yukarıda yer alan haklardan(!) hangisi ya da hangileri Kürt hareketini tatmin eder?

Ya da Merdan Yanardağ, bu maddeleri içeren hakları(!), emperyalizm ve siyonizm adına hareket eden Kürt hareketine bağışlayacak mı?

Selahattin Demirtaş’a ceza vermeden onu rehine tutan dinciler, yerel seçimden sonra ikinci bir Kürt açılımı yapıldığında, solcular da şeriatçı- Kürt İttifakında yerlerini alacaklar mı?

Batının ve siyonizmin istekleri doğrultusunda oluşturulacak devletin anayasasına “çok dilli, çok kültürlü, çok uluslu, çok inançlı, çok hukuklu” maddesi yazıldığında, ulus devlet reddedilerek yeni Osmanlı kurulduğunda aydınlanma mücadeleniz başarıya mı ulaşmış olacak?

Bu sorduğumuz soruların yanıtlarını muhtemelen yerel seçimlerden sonra alacağız ve perçemin ak mı kara mı olduğunu önümüze düştüğünde göreceğiz.

Bizim aydınlanmacı, Cumhuriyetçi, solcu aydınlarımız, kendisi için bir prangaya dönüşmüş olan bu ideolojik bağımlılığından bir türlü kurtulmak istemiyor, orada kaldıkça ve konuştukça da batıyor.

Öne sürdüğü iddialarından uzaklaşarak ütopyasından kopan sol, kendisi olmaktan çıkıp düşmanına dönüşerek yok oluyor.

Yazar hakkında

Ferit Gültekin

Yorum bırak

4  ×    =  36

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.