Genel

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin, kadın haklarıyla bir ilgisi yoktur.

Üniversitede birlikte okuduğum bir arkadaşım dün akşam aradı. İki üç yıl önce benim de tanıdığım bir arkadaşla evlenmişti. Dünya tatlısı bir kızları var. Biraz havadan sudan konuştuktan sonra esas konuya geldi. Ses tonundan bir sıkıntısı olduğu belliydi. Eşiyle, kızlarının yetiştirilmesi konusunda ayrı düşmüşler. Telefonda, “Bak, Işıncığım! Aklım çok karışık. Sen çok okuyan birisin. Bizden daha farklı baktığını bilirim hayata. Senin düşüncelerin benim için çok değerlidir. Ben kızımın Toplumsal Cinsiyet Eğitimi temelinde yetişmesinden yanayım ama bu konuda eşimle farklı düşünüyoruz.” dedi.

Konuyu hemen anladım.

Telefonda biraz konuştuktan sonra hafta sonu onların evde buluşmak ve dertleşmek üzere anlaştık.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusu, son yıllarda Türkiye’nin de gündemine girdi.

Anaokullarında bu temelde eğitim veriliyor.

Bazı öğretmenler derslerini bu anlayışla işliyorlar.

Eğitim sendikalarının çıkardıkları broşürlerde, kitaplarda hep bu konu var.

Kadın dernekleri, işçi sendikaları, CHP Belediyeleri, sol partiler, bankalar, holdingler, şirketler, AB, Birleşmiş Milletler’e bağlı kuruluşlar hatta Dünya Ekonomik Formu işini gücünü bırakmış Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusuyla ilgili faaliyet yürütüyorlar.

Nedir bu Toplumsal Cinsiyet Eşitliği?

Kamuoyuna yansıtıldığı gibi kadının erkek karşısındaki eşitsiz durumunu ele alarak erkekle kadını hayatın her alanda eşitleme çabası mı?

Kadınları pozitif ayrımcılığa tabi kılarak erkek karşısında eşitleme mücadelesi mi?

Ya da tek başına kadın hakları mücadelesi mi?

Bu konuyla ilgili yapılan konuşmalar, yazılan yazılar benim üstte belirttiğim içerikte olduğu gibi

sosyal medyada döndürülen videolar da bu şekilde.

Koskoca eğitim sendikaları da sorunu bu temelde ifade ediyorlar.

Peki anlatılan ve istenen şey, kadın ile erkeğin eşitliği mücadelesi ise o zaman neden farklı sözcükler seçilerek ifade ediliyor?

Neden bu mücadeleye kadının eşitliği mücadelesi denmeyip adlandırmada, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramı tercih ediliyor?

Yoksa Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ifadesinin, kadın-erkek eşitliğinden daha farklı olan bir özelliği mi var?

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Nedir?

Kadın – Erkek ilişkileri ve cinsellik konusu, insanla birlikte var olan ve insanların yaşadığı müddetçe de var olacak olan bir özelliktir. Böyle bir cümle kurarak “Eyvah! Bize tarihi bir nutuk çekecek galiba” gibisinden bir endişelenmenize yol açmadan sizleri 1940’lı yıllara götürmek istiyorum.

Cinsiyet, cinsellik konusunda son yüzyılda insanların anlayışlarını kökten değiştirmiş ve yeni fikirler ortaya koymuş kişi kimdir?” diye işin uzmanlarına bir soru sorsak, ezici bir çoğunluk, Alfred Kinsey diye cevap verirlerdi hiç şüphesiz.

Bundan üç yıl önce Horozlu Ayna’da Cinsel Devrim ve Alfred Kinsey” adlı bir yazı yazmıştım ve Alfred Kinsey’in Rockefeller Vakfı’nın bir görevlisi olarak önce ABD’nin daha sonrada tüm dünyanın cinsellik algısını kökten değiştirdiğini belirtmiştim. Bu değişime zaman içinde sağlık örgütleri ve üniversiteler de ayak uydurdular. Alfred Kinsey, 1948 yılında İnsan Erkekte Cinsel Davranış, 1953 yılında da İnsan Kadında Cinsel Davranış adlı kitapları yazdı. Kitaplar, Amerikan kamuoyunda çok tartışıldı ve birçok eyalette zina, çocuk erotizmi, kürtaj, karı kocanın birbirlerini aldatması ve eşcinsellik suç olmaktan çıktı. Zoolog ve araştırmacı olan yazarımız; çocukların doğuştan cinsel olduklarını ve beş aylıktan sonra orgazm olabildiklerini iddia ediyordu. Ona göre erkeklik ve dişilik; evrimin insanı üreyerek neslini korumak için zorladığı bir eylemdi. Cinsiyet ise içten gelen eğilimlerle geliştirdiği bir kimlikti.

Ancak kadınlık – erkeklik ile cinselliği birbirinden ayırarak ilk kez Toplumsal Cinsiyet kavramını kullanan psikanalist Robert Stoller oldu. 1968 yılında yazdığı “Sex and Gender” (Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet) adlı kitabında dünyaya kız ve erkek olarak gelenlerin karşı cinsiyeti de içlerinde taşıyabileceklerini öne sürdü. Daha sonraki yıllarda Foucault, Deleuze, Gauattari, Simone de Baviour, Judith Butler, Judith Halberstam gibi feminist eşcinsel felsefecilerin görüşleriyle bu tez geliştirildi.

“Toplumsal Cinsiyetler ancak Heteronormativiteyi inşa eden ve eşcinselliği reddeden ahlak erkeğinin inşa ettiği ikili cinsiyet (kadın ve erkek) rejiminin yıkılması ile özgürlük sağlanır.” deniliyordu.

Bu anlayıştakilere göre; Heteroseksüalite denilen grup, erkekle kadın arasındaki cinselliği temel aldığı için geriletilip yok edilmesi gereken kesimi oluştururlar. Bu grup diğer cinsiyetleri de baskılayıp aşağılar, bu yüzden “düşman” kategoride yer alır.

Dost olan cinsiyetler ise şu şekilde anlatılıyor:

L: (Lezbiyen, kadın kadına ilişki)

G: (Gay, erkek erkeğe ilişki)

B: ( Biseksüel, kadın ve erkekle aynı anda ilişki)

T: (Trans, karşı cins rolüne girerek ilişki)

Q: ( Questioning, Kararsız ya da cinsiyetini tanımlamak istemeyen veya Quer, ahlakçı erkeğin anormal sayıp ötekileştirdiği aşağıladığı diğer ilişki modelleri (Pedofil, ensest, zoofili gibi)

+: Toplumsal Cinsiyetlere dost heteroseksüeller ve yeni gelecek tanımlanmamış ilişki modelleri ( pornocu, sadomazohist, sadist, oğlancı, fetişist, pezevenk, röntgenciler vb.)

Toplumsal Cinsiyet eşitliğini savunanlar, LGBTQ+ yelpazesinde yer alan cinsiyetlerin kadın erkek cinsiyetleri gibi normalleştirilerek kamusal alanda da meşru kılınmalarını savunuyorlar.

Yaşadığımız dönemde cinsellik konularında yazdığı kitaplarla dünya çapında tanınan; felsefeci, feminist, ve Quer (kuir) kuramın oluşturulmasında katkısı olan kişi Judith Butler’dir. Yazdığı “Cinsiyet Belası” ve “Bela Bedenler” kitapları, feministlerin başucu ve başvuru kitaplarıdır. Judith Butler aynı zamanda Türkiye’deki ayrılıkçı Kürt hareketinin de destekçisidir.

Butler, “Cinsiyet Belası” adlı eserinde Lacan ve Wittiq’den alıp işlediği düşünceye göre çocukların doğduklarından itibaren tüm cinsel olanakları üzerinde barındırdıklarını söylüyor. Çocukta ilk gelişen duygunun kendi cinsinden ebeveynine olan duygu olduğunu ve bu anlamda insanların eşcinsel olarak doğduklarını fakat heterenormativiteyi üreten erkeğin erkek çocuğa kendisini, kız çocuğa da anneyi yasaklayarak eşcinsellik tabusunun oluşmasına neden olduğunu öne sürüyor. Onun görüşüne göre erkek; aynı şekilde ‘anneye erkek çocuğu, kız çocuğa da kendisini yasaklayarak ensest tabusunu üretir’.

“Ahlak Erkeğinin” ürettiği tabular saymakla bitmez.

Aile içinde bir çocuğun diğerlerinden daha fazla sevilmesi “kardeş tabusuna”, insan dışı varlıklara yönelmeyi yasaklama; “hayvan tabusuna” neden olur. Yetişkinliğe doğru gidildiğinde “Toplu Seks Tabusuna”, kuşaklar arasındaki sekse getirilen engel “Yaş Tabusuna” neden olur. Ayrıca; “Nikah Tabusu”, “Aile Dışı Seks Tabusu”, “Mahremiyet Tabusu”, “Regl Dönemi Tabusu”, “Çıplaklık Tabusu”, “Utanma Tabusu”, “Ayıp Tabusu” gibi tabuların, insanların cinselliklerini baskıladığını söylüyor.

“Ahlak Erkeğinin” ürettiği yasakların, tabuların cinsel yönelimlerin üstünde belirleyici bir etki yaptığından hareketle insanlığı (Erkek- Kadın) iki cinsiyetli bir sistemin hapishanesine mahkum edildiği ve buna aykırı davrananların ahlaksız, pis, iğrenç olarak tanımlanarak toplum dışına itildiklerini savunuyor.

Bu teze göre; baskının kırılabilmesi için öncelikle baskının fark edilmesi gereklidir. Baskının doğumla birlikte başladığı ve biyolojik olarak “erkek” olarak dünyaya gelmiş çocuğun “kültürel olarak erkek” olmaya, biyolojik olarak dünyaya “kız” olarak gelmiş bebeğin de “kültürel olarak kız” olmaya zorlandığı söyleniyor. ‘Oysa çocuk, baskı altına alınmasa ona herhangi bir cinsiyet dayatılmasa belki lezbiyen, gay, biseksüel, trans veya travesti olabilirdi’ deniyor. Eşcinselliği reddeden “Ahlak Erkeği”; çocuklara verdiği isimlerle, giydirdiği mavi, pembe giysilerle, edindirdiği mesleklerle insanları ikili cinsel kalıba sokar.

Toplumsal Cinsiyet Eğitimi konusunu, “Kıza Kamyon, Erkeğe Bebek Oyuncak” başlıklı yazıda ele alıp değerlendireceğim için konuyu burada kesiyorum.

Cinsellik konusunda kurallar koyan, tabuların oluşmasına neden olan, diğer cinsiyetleri baskılayıp ötekileştiren erkek hegemonyasının kırılıp özgürlüğün sağlanması gerektiği söyleniyor. Bu anlamda dünya çapında erkek cinsine yönelik terör estiriliyor. Bu kampanyanın etkilerini televizyon haberlerinde ve sosyal medyada görüyoruz. Haberlerde, suçu işleyenin cinsiyeti öne çıkarılarak ve genelleştirilerek, “Yine erkek şiddeti” söylemiyle bütün bir cins suçlanıyor. Bir mesleğin, bir insan grubunun, bir ırkın tümüyle suçlu ilan edilmesi düşündürücüdür ve bunun art niyetle bilerek yapıldığını gösterir. Yukarıda belirttiğim gibi “normal erkek” ve “normal kadın” tanımlarını ortaya koyan ve “normali” tanımlayan “erkek otoritesinin” yıkılarak işlevsiz hale getirilmesi esas hedeftir.

Erkek cinsinin içinde yer alan; eğitimsiz, cahil, psikolojik sorunları olan ve toplumun kendisine yüklediği “erkeklik” rolünün dışına çıkamayan, törenin etkisi altında kalan kişilerin kadına karşı uyguladığı şiddete karşı olmak, içinde adalet duygusu taşıyan herkesin görevi olmalıdır. Bir cinsin diğer cinse yönelik uyguladığı şiddet, hiçbir zaman meşru görülemez. Burada benim eleştirip karşı çıktığım şey, uygulanan şiddet, gerekçe gösterilerek tüm bir cinsin tasfiye edilme isteğidir.

Quer teorinin geliştirilmesinde önemli payı olan Amerikalı akademisyen Leo Bersani, çözülen ve erki dağılan erkeklik kavramını tarif ederken “kadınlaştırılmaya indirgenmeyecek, erkekliğin tamamen yok edilmesi olarak görülmeyecek ama artık ‘becerilmeyi’ de kendine sorun etmeyecek yani erkeksi üstünlüğü elinin tersiyle itecek bir erkeksilik olarak tarif ediyor. Bunu “öznenin/ erkeğin intiharına dayanmayan yok oluşu” olarak adlandırıyor. (Çuvallamanın Quer Sanatı: Say: 202)

Annamarie Jagose de, “Eşcinsel özgürleşmesi, eşcinselliğin özgürleşmesi için kendisini, sabit kadınlık ve erkeklik kavramlarının kökünü kazımaya adamıştır. Bu hamle normatif cinsiyet ve toplumsal cinsiyet rolleri olarak eleştirdiği şeyin baskıladığı diğer grupları da aynı şekilde özgürleştirecektir.” diyor. (Annamarie Jagose Quer Teori Bir Giriş Say: 56)

18 Eylül 2019 tarihinde İstanbul’da Özyeğin Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM), Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi, Stony Brook Üniversitesi Erkek ve Erkeklik Araştırmaları Merkezi ve İzmir Üniversitesi Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezi işbirliğiyle 2. Uluslararası Erkekler ve Erkeklikler Sempozyumu yapıldı.

Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Hanken School of Economics’ten İngiliz profesör Jeff Hearn, son 40 yıl içinde “erkeklik” kavramının değişip dönüştüğünü belirterek aile ve hane halkının da ataerkilliği (egemen erkek anlayışını) üreterek yaşattığını ve hâlâ toplum içinde yaşayan “erkeklik” rollerinden erkeklerin de rahatsız olduğunu öne sürerek “erkekliğe” karşı mücadele edilerek “toplumsal cinsiyet ikiliğini yok ederek, homoseksüellik ve heteroseksüellik gibi birçok ikili karşıtlık arasındaki ayrımı ortadan kaldırılması gerektiği”ni ifade etmişti.

Carl Wittman, Gay Manifesto’da, “Eşcinsel özgürleşmesinin amacı, eşcinselliğin hoş görülmesinden daha fazlasını güvenceye almaktır. Kendisini toplumsal yapılar ve değerlerde radikal ve kapsamlı dönüşüme adamıştır. Eşcinsel özgürleşmesi, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet rollerinin herkese baskı uyguladığı kavrayışı ile cinselliğin salt azınlık bir kitlenin meşru kimliği için değil, aynı zamanda herkesin içindeki eşcinseli özgür bırakmak için de mücadele etmektir” diyor.

Carl Wittman’in bu çağrısını eksik ve yetersiz bulan Marta Shelly ise şöyle diyor: “Biz radikal eşcinsellerin ne istediğini size söyleyeyim: Bizi hoş görmenizi veya kabul etmenizi değil, bizi anlamanızı istiyoruz sizden. Ve bu ancak sizin de bizden biri olmanızla mümkün. İçinizde gömülü eşcinsellere ulaşmak istiyoruz. Kafataslarınızın içindeki hapisanelere kapattığınız erkek ve kız kardeşlerimizi özgürlüğe kavuşturmak istiyoruz.” (Annamarie Jagose Quer Teoriye Bir Giriş Say: 56)

Binlerce seneden beri hüküm süren “Hetero Zihniyet”, erkeği kadına, kadını da erkeğe zorlayarak ortaya çıkabilecek çok farklı orgazm modellerini engellediği için sınırlı sayıda cinsel kimlik çıkabildiği ve bu baskı kırıldığında “özgürleşen” beyinlerden -teknolojinin de yardımıyla- yepyeni orgazm modellerinin çıkabileceği söyleniyor.

Rosi Braidotti, “gelecek yeni modelleri heyecanla bekliyorum.” diyor.

Deleuze ve Quattari, “İnsanların sayısı kadar toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlik ortaya çıkacaktır” müjdesini insanlığa veriyorlar.

Burada, “Üç-beş, bilemedin 20-30 eşcinsel yazarın, uzmanın sıra dışı fikirlerini ele alıp onları bu kadar yüceltmenin ne alemi var? Zaten her dönemde böyle kişiler ortaya çıkmıştır. Konuyu biraz abartmıyor musun?” gibi bir düşünce öne sürülebilir. Böyle düşünenlerin, gelişmelerden haberlerinin olmadığını ve gündelik hayatta önlerine çıkan mesajları doğru okuyamadıklarını rahatlıkla söyleyebilirim.

Bugün Batı kapitalizminin egemen olduğu tüm ülkelerdeki holdingler, uluslararası şirketler, bankalar, kültür kurumları, üniversiteler, uluslararası kurumlar, kadın örgütleri ve partiler yukarıda anlattığım içerikte bir Toplumsal Cinsiyet Eşitliği mücadelesi veriyorlar. ABD’de, Avrupa ülkelerinde yukarıda anlatılan teze karşı çıkan kişiler, konunun akademisyeni de olsalar “homofobik” olarak adlandırılıp dışlanıyorlar, iş akitlerine son veriliyor. “Homofobik” olan bir doktor, hiçbir hastanede görev yapamaz. Hatta bu gidişe karşı olan papazların kilisedeki görevlerine de son veriliyor. Artık Vatikan da bu süreci desteklediğini, papanın ağzından açıkladı.

Birçok ülkede LGBTQ+’ içinde yer alan cinsel kimlikler hakkında okullara zorunlu dersler konuldu. Velilerin, çocuklarına bu temelde bir eğitim verilmesine karşı çıkma ve tercihte bulunma hakları yoktur.

Türkiye’de Avrupa Birliği fonlarıyla ve İsveç devletinin desteğiyle faaliyette bulunan KAOS GL Derneği, internet sayfalarında KGBTQ+ ifadesindeki (+) işaretinin kapsadığı cinsel kimlikleri Türkiye’ye uyarlayarak şöyle anlatıyor:

LGBTİ olarak açılmayanları, açılıp sonra kapananları, travesti lezbiyenleri, sevicileri, kamyoncuları, LGBT’nin içine sığmayan laçoları, laçonyaları, lubunları, lubunyaları, diginleri, böcükleri, aktifleri ve full p’leri, bakışıkları, ablacıları, ablaları, peripellaları, bacıkolikleri, doğan görünümlü şahinleri, ka geyleri, alıkları, oğlanları, oğlancıları, yengeleri, enişteleri, yengecileri, eniştecileri, hem yengeci hem eniştecileri, gacıları, gacı gibileri, has gacıları, dönmeleri, travestileri ve bütün çokluğuyla cinsiyetleri ve cinsellikleri tartışmaya açmak; bu coğrafyada queerin evrimini karakterize etmeye çalışırken buraların queer tarihçesine odaklanmak istiyoruz.

Yazımın birinci bölümünde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin halka söylenmeyen ve akademik çevrelerde tartışılan, gerçekleşmesi için önerilen fikirlerin neler olduğunu kendi ağızlarından anlatmaya çalıştım.

Yazının ikinci bölümünde ise Toplumsal Cinsiyet Eğitimi anlayışıyla oraya konulan düşünceler ve pratikler ele alınarak değerlendirilecektir.

Kıza kamyon, erkek çocuğa bebek oyuncak” adlı yazıda buluşmak üzere şimdilik hoşçakalın.

Yazar hakkında

Işın Çakırca

Yorum bırak

9  ×    =  81

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.