Devlet Bahçeli, Türkiye’de oynanan siyaset orta oyununda rol alan önemli oyunculardan birisidir.
Memlekette “Türk Milliyetçiliği” konusu, hep ondan sorulur.
O, konuştuğu zaman Türk milliyetçiliği adına konuşur ve yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla vatandaşın aklında oluşan “Türk” imajının da yaratıcısıdır.
Başkalarını bilemem ama geriye dönüp baktığımda Bahçeli’nin bende oluşturduğu fikirler, hep olumsuz olarak şekillenmiştir.
Yanına yöresine aldığı mafya liderleriyle, cam ekransız konuşamamasıyla , en basit sözcükleri, kavramları bile yalan yanlış söyleyişiyle, herhangi bir konuda fikri dolgunluğunun olmayışıyla çok etkin olan bir gücün marifetiyle bulunduğu makama getirildiğini düşünmüşümdür her zaman.
Onu o koltuğa oturtan güç, millete dönerek, “Bundan böyle Türkiye’de milliyetçileri bu adam temsil edecek. Daha farklısını sakın aramayın!” demiş gibi bir fikir geçiyor aklımdan.
Geçmiş dönemde; hükümetler yıkıp, hükümetler kuran, seçim meydanlarında yağlı urgan fırlatan bu adam, durduk yerde İmralı’da yatağında yatan adamı, yanağından öperek ona ilan-ı aşk etti.
“İmralı canisi! İmralı canisi!” diye bas bas bağıran adamın yağlı urganlarıyla şartlanmış beyinler, bu son durumu algılamakta biraz zorluk çektiler.
En büyük zorluğu da MHP seçmeni yaşadı.
O insanlar, sırtlarından hançerlenmiş gibi hissettiler kendilerini.
İkinci şaşkınlığı da Özgür Özel’in “Ben Kürtlere devlet sahibi olmayı öneriyorum.” demesiyle CHP kitlesi yaşadı.
Sözcü gazetesinde “Baş Muharrir” konumunda olan Rahmi Turan, “MHP oyları eriyor” başlıklı yazısında MHP’nin açılım kampanyasıyla oylarının %4’e kadar düştüğünü, MHP’nin baraj altında kaldığını ve bu arada Zafer Partisi’nin oy oranının %8-9’a çıktığını yazdı.
Aynı tespiti, Bahçeli de yapmış olmalı ki, Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla yayımladığı mesajda “Türkiye’nin Kürt sorunu yoktur. Türkiye’nin terör sorunu vardır.” diyerek karşı tarafa hiçbir şey vermeden terör sorununu bitireceğini iddia etti. 28 Ekim 2024 tarihinde Halk TV’nin program yapımcısı, CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı olan Özgür Karabat’a Bahçeli’nin yaptığı bu açıklamayla ilgili düşüncesini sordu. Özgür Karabat’ta “Olur mu canım! Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır ve biz bunu ta 90’lı yıllarda yazdığımız raporla ilk kez dile getirdik.” diyerek Atatürk’ten nefret eden Erdal İnönü’nün yaptıklarını anlattıktan sonra Anayasanın ilk dört maddesinin dokunulmazlığının altını çizdi. Ardından da en vurucu cümlesi olan “Biz, Kürt sorununu eşit vatandaşlık temelinde çözeceğiz.” deyiverdi.
Aslında bu “eşit vatandaşlık” kavramının mucidi, Abdullah Öcalan’dır.
Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamaoğlu gibi Amerikancılar, Öcalan’ın bu lafını çok sevdiler ve sık sık kullanmaya başladılar. Kitle önderleri kullanınca CHP’nin zır cahil kitlesi de bu kavramı hukuk karşısında herkesin eşit olması gerektiği sanarak benimsedi. Oysa Öcalan bu kavramı kullanırken devleti kuran irade olarak Türklerle Kürtlerin eşit olması ve diğer etnik grupların da bu haktan eşit olarak yararlanması gerektiğini söylüyordu. Yani, “Türkler, Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Boşnaklar, Çerkesler ve diğerleri, devlet kurucu olarak eşit statüde masaya oturmalı” diyordu.
Böyle bir durumda; ne üniter devlet kalır ne de Anayasa kalır, ne ilk dört madde.
Hepsi güme gider.
Sosyolojinin ve politikanın en temel bilgisi olan bu kuralı; İmamoğlu, Özel, Kılıçdaroğlu gibi adamlar bilmezler mi?
Elbette, bal gibi bilirler.
Onlarınki, maksat yeşillik olsun, avam uyanmasındı.
Merdan Yanardağ TELE1’deki programında konuyla ilgili olarak “İkinci Kürt açılımında en önemli sorun, Türk halkının ikna edilmesidir.” diyordu hazret. Türk halkı ikna edildiğine; federasyon , özerklik, ya da bağımsız bir devlet gibi seçenekler masaya getirilebilirdi.
Onun için olsa gerek bu işi kotaranların tümü, “Süreç, en azından 5 yıl sürer.” diyor.
Sarayın avukatı ve yetkilisi Mehmet Uçum, “ Bir Pazar Yazısı” başlıklı X’teki yazısının sonuç bölümünde şöyle diyor:
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına, Türkiye yüzyılına yakışan kapsayıcı,Türkün Kürdün ve herkesin kendine ait hissettiği, çok ileri hakları içeren, halkın onayına sunulacak yeni bir anayasayı ilk dört maddenin esaslarının ve demokratik kazanımlarının üzerine bina ederek hayata geçirme imkanı daha güçlü olur.
Gördünüz mü?
AKP’nin hukuk sözcüsü kısaca “Türkiye yüzyılında her etnik grubu ve mezhebi, anayasanın ilk dört maddesinin üstüne oturtacağız.” diyor.
Var olan Anayasada bir tek sandalye var ve onda da Türk ulusu oturuyor.
Bunca etnik grubu ve mezhebi tek bir sandalyeye oturtmaya çalışırsanız ortada ne sandalye kalır ne de Anayasa.
Yalanın, yanıltmanın, ikiyüzlü davranmanın bini bi para olmuş.
Uzun bir tünelin içine sokulduk, yürüyoruz.
Yürüyoruz ama medya karartmasından dolayı önümüzü doğru dürüst göremiyoruz.
Güvendiğimiz kişilerin maskeleri düşünce irkilerek şaşırıyoruz.
Sağdan soldan gelen sesler, “Sağa, sola bakma! Oraya basma! Komutları dinle!” diyerek bizi adeta güdüyor.
Bağırışlar ve çığlıklar içinde ne yapacağımızı bilemiyoruz.
Aklımızı kullanıp bu tünelden çıkmazsak sonumuz kötü gibi görünüyor.