1 Mayıs, ülkemizde olduğu gibi dünyanın çeşitli merkezlerinde coşkuyla kutlandı.
Alanlarda bir araya gelen emekçiler, küresel sermayenin işçi sınıfına ve emekçi sınıflara karşı son yıllarda giderek artan saldırılarını teşhir ederek yapılması gerekenleri haykırdılar.
Son yıllarda 1 Mayıs’la birlikte “İştirakçi Hilmi” adını bazı çevrelerin gündeme getirip onu öven yazılar yazdıklarına tanık oluyorum.
Özelikle kimi sol, liberal çevreler, onu bir kahraman gibi tanıtıyorlar.
Yeni Akit gazetesi bile sayfalarında, liberal çevrelerin yazılarından kes yapıştır tarzında bir yazıya yer vermiş.
Osmanlı dönemindeki sosyalist faaliyetler ve işçi mücadelesi söz konusu olduğunda İştirakçi Hilmi adından mutlaka söz edilir.
Bu yıl da gelenek bozulmadı; 1Mayıs günü, Soner Yalçın’ın OdaTV’sinde “1Mayıs işgal zamanı nasıl kutlandı… Türk ameleleri İngiliz yasağını çiğnedi” başlıklı bir yazı yayımlandı.
Yazının editörlüğünü Osman Erbil yapmış.
Sayın editör, Soner Yalçın’ın daha önce aynı konuyla ilgili yazdığı yazıdan uzun uzun alıntılar yaparak İştirakçi Hilmi’nin kurduğu Türkiye Sosyalist Fırkası’nın 1920’li yıllarda İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington’un tüm yasaklamalarına rağmen amelelerin vapur ve tramvay hizmetlerini durdurduklarını belirtmiş.
Editörün yazdığına göre ertesi yıl yapılan etkinlikler, daha görkemli olmuş ve Pangaltı’nda buluşan ameleler, “Bütün Dünya İşçileri Birleşin!” diye slogan atarak Karl Marx’ın resmini taşımışlar. Diğer yandan bando, hiç durmadan Enternasyonal Marşını çalıp durmuş. Bu arada konuşmacılar Ankara hükümetini öven konuşmalar yapınca eylem bağımsızlık mitingine dönüşmüş.
Nasıl, kulağa hoş geliyor değil mi?
Acaba gerçekler Soner Yalçın’ın ve editörü Osman Erbil’in yazdıkları gibi mi?
Yazıyı hazırlayanlar kapağa aşağıdaki fotoğrafı koymuşlar. Fotoğrafın solunda İşgalci general ve askerleri, onun karşısında da ameleler ve onların lideri İştirakçi Hilmi yer alıyor.
İki düşman güç karşı karşıya…

Adına kitaplar yazılan, üniversitelerde araştırma konusu olan İştirakçi Hilmi’ye biraz daha yakından bakalım.
Hüseyin Hilmi diğer adıyla İştirakçi Hilmi, Osmanlı Sosyalist Fırkası ve Türkiye Sosyalist Fırkası kurucusu ve genel başkanıdır.
İzmir doğumludur.
İzmir’de sivil polislik yaptığı, babasından kalan evi satarak Romanya’ya gittiği ve burada sosyalizmle tanıştığı bazı kaynaklarda belirtiliyor.
1908 Meşrutiyet Devrimi’nden sonra 1909 yılında İştirak adlı bir dergi çıkararak dergide Marksist görüşlerden ziyade Proudhon, Bakunin, Saint-Simon, Charles Fourier gibi ütopik sosyalistlerin ve anarşistlerin görüşlerine yer verildi. İştirak dergisinin ideolojik çizgisinde İslamcı eşitlik ve reformist görüşler egemen oldu, Avrupa’daki 2. Enternasyonal çizgisiyle uyumlu bir yayın politikası izlendi.
Dergide yer alan yazılar, İttihat ve Terakki’nin uyguladığı politikalara karşı olduğu için dergi, 38. sayısından sonra kapatıldı ve İştirakçi Hilmi, 1913 yılında Sinop’a sürgün edildi. 1914 yılında başlayan 1. Dünya Savaşı, ardından gelen yenilgi, İttihat Partisi yöneticilerinin yurdu terk edişleri…
1918 yılına gelindiğinde Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla birlikte Osmanlı Devleti teslim oldu.
İşte bu koşullar altında İştirakçi Hilmi, tekrar İstanbul’a geri döndü ve 1919 yılının Şubat ayında Türkiye Sosyalist Fırkası’nı kurdu.
Parti, tersane ve tramvay işçileri arasında örgütlenerek 1Mayıslarda yürüyüşler gerçekleştirdi.
1919 -1920’li yıllar, Anadolu’da işgale karşı örgütlenmenin ve mücadelenin olduğu yıllardır.
İstanbul, Müttefiklerin işgali altında olup padişah ve Saray Hükümeti, işgalcilerle işbirliği içindedir.
İşgal koşullarında partinin çıkardığı İdrak adlı dergide, her nedense Anadolu’da verilen kurtuluş mücadelesini olumlu gören en ufak bir ifade yer almaz.
İştirakçi Hilmi ve partisi, Kurtuluş Savaşı’na karşı ilgisizdir.
İştirakçi’nin işgal koşullarında grev örgütleyip İşçi Bayramı kutlamasını öne çıkaran solcularımız, Hilmi’nin Kurtuluş Savaşı’na karşı üç maymunu oynamasını nedense görmezlikten geliyorlar.
Sınıf, kapitalizim, sosyalizm üstüne ahkâm kesen İştirakçi Hilmi, yanı başında süren Kurtuluş Savaşı’na karşı neden böyle kayıtsız davranıyordu?
İştirakçi’nin izini sürmeye devam edelim.
İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harington’ın -yazdığı anılarında- İştirakçi Hilmi ile arasının çok iyi olduğunu ve ona para verdiğini Oya Sencer, 1969 yılında yazdığı “Türkiye’de İşçi Sınıfı” adlı kitabının 248-249. sayfalarında belirtiyor.
İştirakçi Hilmi, işgal kuvvetlerinden para alan bir sosyalistti(!).
İştirakçi Hilmi’ye 1919-1922 yılları arasında hiç kimse dokunmadı.
Münir Süleyman Çapanoğlu, 1964 yılında yayımlanan Türkiye’de Sosyalizm Hareketleri ve Sosyalist Hilmi (Pınar Yay. İstanbul) kitabının 73-74 sayfalarında şöyle diyor:
Hilmi mütareke yıllarında oldukça büyük bir faaliyet gösterdiği halde, ona ne hükümet, ne de işgal kuvvetleri dokundu. Hilmi, kırmızı otomobilinde, azametle dolaştı. Yedi, içti, eğlendi. Ona niçin dokunmadılar?… Bu adamın bol bol para harcaması dikkati çekmesi lazım gelen bir olaydı. Paralar nereden geliyordu? Partinin meteliği yoktu. Öyleyse otomobil nasıl geldi? Bol bol para harcamalarının kaynağı neresiydi? Günahı söyleyenlerin boynuna, bu kaynağın İngilizler olduğu, Hilmi’nin İngiliz İntelicans Servisi hesabına çalıştığını, casusluk yaptığını iddia edenler oldu. Doğru mu? Bilmiyorum. Elimde vesika yok.
Sayın yazar “elimde belge olmadığından dolayı” ajandır diyemiyor.
Bir başka ülke hesabına çalışanları o devlet açıklamadıktan sonra ajanlığın kanıtlanması zordur. Bu konuda İngilizler, çok ketum davranırlar. Fesli Deli Kadir’in bir İngiliz ajanı olduğu ve Mustafa Kemal’le ilgili İngilizlerle işbirliği yaparak aleyhinde bir kitap yazdığı basında dile getirilmesine rağmen ajanlık belgesine daha henüz ulaşılamadı.
İştirakçi’nin bir İngiliz ajanı olduğunu kuvvetlendirecek bir belgeyi de ben sunayım.

Fotoğrafın soldan dördüncü kişisi, İngiliz İşgal Kuvvetlerinin polis şefi Miralay Maxwell’dir. Onun sol tarafında da İştirakçi Hilmi yer alıyor. Diğerleri konumuzun dışında olduğundan üstünde durmuyoruz.
İşgal Kuvvetleri Komutanlığının polis şefi ile bir sosyalist önder yan yana…
Hayat onları aynı kare içinde buluşturmuş.
Mirilay Maxwell, İstanbul’da görev yaptığı süre içinde hırsızlıklarıyla insanları canından bezdirdiği için aşağıda yer alan fotoğrafta o dönemin basınında “Hırsız İngiliz Miralayı Maxwell” diye habere konu olmuştu.

Miralay Maxwell, Beykoz Kasrı’na giderek orada görevli Osmanlı askerlerine “Padişahınız Vahdettin, Sultan Aziz’in tahtını bana hediye etti” diyerek tahtı bota yükleyerek götürmesiyle ünlüdür.
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi o dönemde bu olayı, aşağıdaki belge ile kayıt altına almış.

İşgal Kuvvetleri Komutanı ve Hırsız Maxwell’in dostu olan İştirakçi Hilmi, İngilizlerden aldığı paralarla bohem bir hayat sürerken diğer yandan işçi arkadaşlarına zerde-pilav ziyafeti çektiği, o dönemde yaşayan bazı yazarlar tarafından dile getirilmişti.
Bir İngiliz gemisine binerek yurdu terk eden Vahdettin, 6 karısını genç bir İngiliz subayına emanet etmişti.. Buradan hareket ederek söyleyecek olursak Sultan Aziz’in tahtını, isteyerek bir İngiliz’e vermesi bana akla uygun gibi geliyor.
Şimdi Türkiye’de Vahdettin olma zamanı…
Vahdettin şimdi baş köşededir.
Bildiğiniz gibi artık donanmamız, İstanbul Boğazı’ndan Vahdettin Sarayı’nı selamlayarak geçiyor.
Soner Yalçın’ın öve öve bitiremediği şu şanlı iş bırakma olayına da biraz bakalım.
1920’li yıllarda İngilizlerle Fransızların arası epeyce bozuktu ve İstanbul’daki tramvay ulaşımı Fransızlara aitti. Türkiye Sosyalist Fırkası’nın organize ettiği grev, Fransızları zora sokacağından dolayı İngilizler tarafından desteklendi. Nitekim iki ülke arasındaki ilişkiler düzeldiğinde bir sonraki yıl yapılan grev başarısızlıkla sonuçlandı. İngilizlerden gelen para da kesilince partide kavgalar çoğaldı ve parti kısa zamanda dağıldı.
Emperyalizmle işbirliği konusu çok çetrefilli bir konudur.
Bu konudaki işbirlikçi burjuvazinin marifetlerini ve sağ kesimin ihanetlerini gayet yakından biliyoruz. Damat Ferit’i, Vahdettin’i, kompradorları az çok aklımızın bir yerine işbirlikçi olarak kaydettik ama bu konuda sol maskeli işbirlikçiler konusunda yeterince bilinç sahibi değiliz. Oysa bu konuda solun bir çok kahramanı(!) İştirakçi Hilmi gibi lekelidir.
TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, bir gazeteciye verdiği demeçte Türkiye’deki solun, Batıdan alınan fonlarla ehlileştiğinden ve yozlaştığından yakınıyor. Türkiye’deki solun Batı işbirlikçisi olması gerçeğinin tarihsel nedenleri vardır. Yıllardır Horozlu Ayna sayfalarında; Osmanlı’da ekonomiye, siyasete, kültüre Yahudilerin, Rumların ve Ermenilerin egemen olduğunu yazıp duruyoruz. Devlet bürokrasisi de onların kontrolündeydi. Kurulan sağ ve sol parti yönetim kademeleri de onlardan sorulurdu. Bu kesimler kendi milliyetçi ön yargılarını, önermelerini partilere taşıdılar. Atatürk’ün sağlığında 15 yıl gibi kesintiye uğrayan bu gelenek, 1938 yılından sonra artarak devam etti. Esas olarak Yahudi kökenli Büyük Burjuvazinin, yine Yahudi, Rum, Ermeni kökenli muhalif partileri oldu. Kültürel olarak kendisini bu topraklara ait hissetmeyen azınlık kültürü, Batıdan ortak bulma ve ortak hareket etme konusunda hiç sıkıntı çekmedi. Türkiye solunun tarihinde, bu işbirliğinin izlerini görüyoruz. Özellikle 1965 yılından sonra Türkiye’de Alman istihbaratının faaliyetleriyle birlikte bir çok sol örgütün Almanya ve ABD ile irtibatlı çalıştığı bir gerçektir. 1980’li yıllardan sonra Soros, ABD ve Alman vakıflarından alınan paralarla Türkiye’de solculuk yapan çevreler oldu.
İştirakçi Hilmi, Türkiye sol hareketinde bir simgedir.
Türkiye’de tahmin edilemeyecek kadar İştirakçi Hilmiler vardır.
Yaşadığımız 2025 yılında duruma baktığımızda Türkiye’deki sosyalist solun ideolojik olarak küresel burjuvazinin tezlerini sosyalizm sosuna batırarak savunduğuna tanık oluyoruz.
Yeniden yazımızın kahramanına dönecek olursak, Ermeni etnik milliyetçiliğinin İştirakçi Hilmi ve sosyalizm konularına nasıl yaklaştığını görmek açısından sizlere bir yazıyı tanıtmak istiyorum.
Yazı, Agos gazetesinin WEB sayfasında yayımlanmış.
Burada savunulan görüşler, 100 yıllık sol tarihin tezleridir aynı zamanda.
Gazeteci Emre Can Dağlıoğlu, “Osmanlı Sosyalist Fırkası ve Yayınları” adlı kitabı yazan Selçuk Gürsoy’la bir röportaj yapmış. Selçuk Gürsoy, Türkiye’deki sosyalistlerin sosyalizm mücadelesinin başlangıcı olarak TKP’nin kuruluşunu esas almalarını eleştirerek yanlış davrandıklarını söylüyor. Sosyalizm mücadelesinin İştirakçi Hilmi’yle Osmanlı Sosyalist Fırkasıyla başladığını belirtiyor.
Kısaca söyleyecek olursak; 1915 Olaylarını kınamayan ve adem-i merkeziyetçiliği savunmayan solun, milliyetçilikle sakatlandığını ve Türkiye’yi 100 yıldır İttihatçıların yönettiğini söylüyor.
Yazarımız, İştirakçi Hilmi’nin işgalcilerden para almasından ve Kurtuluş Savaşı’na karşı kayıtsız kalmasından dolayı hiç rahatsız değil.
Söyleşide eleştirilecek birçok nokta yer alıyor.
Bu yazıdaki yanlışları ele alacak olursak oturup 20-30 sayfalık bir yazı yazmak gerekir.
Türkiye’deki solun “Ermeni Soykırımı ve Kürt ayrılıkçılığı” konusundaki ısrarının izlerini bu yazıda net olarak görüyoruz.
Türkiye’deki sol görüşler hep bu etnik milliyetçi bakış açısıyla şekillendi.
1Mayıs kürsüsünden Türkçe, Kürtçe -yakında bu listeye birçok dil daha eklenecek- seslenmek marifet sayılıyor. Bu tür davranışların sosyalizmle bağından ziyade, etnik milliyetçilikle ve siyonizmle çok yakından bağı vardır. AKP, MHP ile açık ittifak içine girmiş DEM’i, emeğin kürsüsüne çıkarmak ve Selahattin Demirtaş’ın mesajlarını okumak nereye sığar?
Trump ve Netenyahu tezlerini kürsüden haykırmak, sosyalizmin hangi kitabında yazıyor?
Ah, İştirakçi Hilmi!
Sen ne büyük bir adammışsın!
Bir polis olarak başladığın siyasal yaşamına İngiliz ajanlığını sığdırdıktan sonra bir polis kurşunuyla öldün.
Öldün ama düşüncelerin ve davranış biçimin Türkiye topraklarında bir hayalet gibi dolaşıp duruyor.