Ah! Ne de güzel, tatlı tatlı kavga ediyorlardı.
Basına yaptıkları açıklamalarla rakibinin bütün kirli çarşaflarını bir bir ortaya döküyorlardı.
Onlar, “Alın işte! Şu elimde gördüğünüz çarşaf üzerinde tepinip durdular. Güzel demokrasimizi, hain emelleriyle ve yaptıklarıyla kirlettiler. Onlar, insanlığın yüz karasıdır.” mealinden attıkları nutuklarla, taraftarlarının gönlüne soğuk gül suyu serpiyorlardı.
Kimden söz ediyorum?
Kimden olacak?
Hüda-Par karşıtlarından…
Hüda-Par’dan…
Yani Kürt Hizbullah’ından…
CHP’nin sözcüleri, Sol Parti, Emek Partisi, TİP ve ne kadar kendini feminist, çağdaş, ilerici çevre varsa tümü birden; Hizbullah’ın ne gericiliğini bırakırlardı, ne de Cumhuriyet karşıtlığını…
Hatta tarihi geri çekerek, Hüda- Par yöneticilerinin rakiplerine uyguladıkları domuz bağı işkencelerini bile anlatırlardı.
Siyasal hayatımızda, Hüda- Par’dan başka bir de DEM Parti’miz var.
O da Cumhuriyet ve Kemalizm karşıtlığında Hizbullah’la yarışa girerek aynı şeyleri değişik cümlelerle söylediğinde bizim sol çevrelerden nedense tık çıkmıyor.
Hizbullah’la DEM; 1921 Anayasasını savunmakta ve diğer Anayasaların tümüne karşı çıkmakta, Atatürk’e “faşist” demekte, meleleri- medreseleri, aşiret düzenini savunmakta, Türk düşmanlığı yapmakta ve toplumu etnik- mezhep temelinde bölme konusunda aynı şeyleri düşünüp, birlikte hareket ediyorlar.
Selahattin Demirtaş’ın Hüda-Par’la ilgili olarak “Biz, ayrı yataklarda akan nehirler gibiyiz. Kaynağımız birdir. Bir araya gelerek ortak şeyler yapmanın nesnel koşulları vardır.” gibisinden konuşmalarını ise bizim solcularımız görmek hiç istemedi.
İstemediler çünkü, konuşup yorum yaptıklarında Demirtaş’a iliştirilen solcu, ilerici yaftalarının pul pul dökülmesinden korktular.
Şimdi hepsi bir aradalar.
AKP’si, MHP’si, CHP’si DEM’i…
Kılıçdaroğlu ile Özgür Özel tarafından, AKP’ye hediye edilip Meclis’e sokulan Davutoğlu’nun, Babacan’ın bindelik partileri bile var.
DEM’in, Meclis’e soktuğu sosyalist(!) partiler de oradalar.
Ecevit’in partisi DSP de orada.
Türkiye’nin sağcı, solcu, milliyetçi, devrimci partileri, kafa kafaya vererek memlekete demokrasi getirmek için kolları sıvadılar.
Kolları sıvadılar ama tek kusurları, kendi partilerinin içinde zerre demokrasi yok!
Hepsi de demokrasi özürlü…
Kendilerinde olmayan ve demokrasiyi içselleştirememiş küçük otokratların getireceği ne olabilir ki?
Aslında demokrasi, bizim memleketin hiçbir kurumunda yoktur!
Demokrasiyi bizim insanımız zafiyet olarak algıladığı için, uygulayanı da, savunanı da sevmeyerek genelde diktatörün yanında yer alır.
Kitle örgütlerinde, sendikalarda, partilerde, derneklerde yığınla bıyıksız Hitler taslaklarını bol bol görebilirsiniz.
Biz toplum olarak Hitler taslaklarıyla barışık olarak yaşarken, diğer yandan kendi aramızda “demokrasi” nutukları atmayı da çok severiz.
Türkiye’yi geçtim, çevremizde hangi ülkede demokrasi var Allah aşkına?
Trump; Kanada’yı, Meksika’yı, Panama’yı ilhaktan söz ediyor da hiç kimsenin gıkı çıkmıyor.
Batı dünyası, İsrail’in Gazze’yi ilhak kararını susarak onay vermiyorlar mı?
Trump, SuudiArabistan’dan yaptığı anlaşmayla 500 milyar dolar haraç aldı.
Ukrayna’nın, verdiği silahların karşılığında 400-500 milyar dolarlık madenlerine zorla el koydu.
Daha dün Güney Kore ile bir anlaşma yaparak Kore’yi 300-400 milyar dolar ödemeye mahkum etti.
Aynı Trump Erdoğan’la, Orta Doğu’da ve Kafkaslarda Amerikan politikalarını destekleme karşılığında içeride muhalefeti ezmesine onay verdiğini tüm gazeteler yazdı.
Bu anlaşma doğrultusunda İmamoğlu içeri alındı ve belediyelere operasyon çekildi.
Operasyonların nerelere gideceğini bir tek saraydaki bazı yöneticiler biliyorlar.
Şimdi bizim ahmak solcularımız ve sersem CHP’liler; tüm bunları yapan partiyle aynı masaya oturarak memlekete demokrasi getireceklerini iddia ediyorlar.
Ne diyelim?
Yürüyün, anca varırsınız.
Yüz yıllık Cumhuriyete son veren iktidar, eski dönemden kalmış kurumları tasfiye ederek yoluna devam etmek istiyor.
Artık bundan böyle, eski Türkiye’nin partisi olan CHP’ye, gelecek günler içinde politika yapma şansı asla verilmeyecek.
CHP; bölünerek, etkisizleştirilerek veya tümüyle dönüştürülerek politik hayattan tasfiye edilecek.
Yeni Şafak gazetesinin köşe yazarı İbrahim Karagül, “Irak’taki, Suriye’deki Baas Partileri, tasfiye edildiler. Şimdi, Türkiye’deki Baasçı parti olan CHP’ye sıra geldi.”diye açık açık yazıyor.
İbrahim Karagül, deyip onu sakın hafife almayın.
O, AKP cenahının önemli düşünürlerinin başında yer alır.
Şimdiye kadar yapılan uygulamalar, İbrahim Karagül’ü doğrular niteliktedir.
CHP’nin yönetici kadroları, uzaklardan üstlerine gelen kasırgayı görerek kitlesini sokağa indirerek bu beladan kurtulmaya çalışıyorlar.
Çalışıyorlar ama eski dönemin bir partisi olarak Cumhuriyete, Atatürk’e, aydınlanmacı fikirlere sahip çıkacakları yerde DEM Parti’yle iş tutup AKP’nin kuyruğuna yapışarak Cumhuriyet’i tasfiye etme girişimlerinin içinde yer alıyorlar.
Böyle davranarak, yağlı ilmeği boynunlarına kendileri geçiriyor.
Böyle akıldan, stratejiden uzak davranışlarının nedeni, 15 yıldan beri uygulanan partiyi değiştirme-dönüştürme operasyonlarıdır.
Bu operasyonların sonunda CHP, DEM Parti’ye dönüştürüldü.
Onun için Bakırhan “Biz 15 yıldan beri CHP’yle tek parti gibi hareket ediyoruz.” diyor.
Sözcü TV’de programa katılan Özgür Özel, televizyon programcısı Özlem Gürses, DEM Partisi’ni AKP+MHP İttifakı içinde sayınca “Ne o, sen de mi DEM Parti düşmanısın?” diyerek azarlamıştı.
Dem Parti’si, AKP ile kurdukları ittifakın, “Kürt Sorunu” ile sınırlı olduğunu açıkladılar.
“Kürt Sorunu” ile sınırlı olan ittifakın, Cumhuriyeti tasfiye etmekle sonuçlanacağını CHPli yöneticiler bilmezler mi?
Elbette ki bilirler.
Bilirler ama Avrupa bağlantıları ve CHP’deki Kürtçü işgal, buna izin vermiyor.
CHP Yönetimi, uyguladıkları politikayla AKP’nin işini kolaylaştırdığı gibi, siyasi olarak kendisine ötanazi uyguluyor.
Kendi mezarını kendisi kazıyor.
Uluslararası siyasal çevreler CHP’ye, Cumhuriyet’in mezar kazıcılığı görevini verdiler.
CHP Yöneticileri bu görevden ve DEM Parti ile aynı çizgide olmaktan dolayı çok memnunlar.
Tabandan açılıma dönük olarak güçlü bir itiraz gelmediği koşullarda -ki, taban da değiştirilip dönüştürüldüğü için- CHP de komisyondaki görevine devam edip duracak.
Türkiye’de değiştirme- dönüştürme işi, salt CHP ile sınırlı değildir.
MHP de değiştirildi.
Sol, sosyalist partiler de küresel sisteme bağlanarak liberalleştirildi.
Kitle örgütleri, Batıdan gelen fonlarla istenilen yöne çekildi.
Kadın hareketi feministleştirildi.
KESK, DİSK, Eğitim-Sen, Türk Tabipler Birliği ve Barolar, bugünlerde kullanmak üzere Kürtçü ideolojiyle teslim alındı.
Zaten çok az olan aydın tabaka, Batılıların uzattığı oltadaki yemi, çoktan yutmuştu.
Bugün halkın yüzde yetmişi, “Kürt Açılımına” karşı olmasına rağmen onun çıkarlarını savunacak bir merkezden mahrumdur.
Sağ ve sol medyanın tümü işgal altındadır.
Sağ kanallardan vazgeçtik, sol televizyon kanallarında, 100 yıl önceki mütareke basını gibi yayım yapılıyor.
Batı merkezlerinde çalınan düdükle birlikte kendi aralarındaki kavgayı bir kenara koyan partiler, şimdi samanlıkta olmayan demokrasiyi arıyorlar.
Ne diyelim?
Belki bulurlar…
Bundan 100 yıl önce Lenin, “Emperyalizm, siyasal demokrasi yerine egemenlik ve hegemonya peşinde koşarak siyasal demokrasi yerine diktatörlük uygular.” demişti.
Bugün de “Garp cephesinde değişen bir şey yok!”
Yine aynı kurallar geçerli olduğu gibi emperyalizm, 100 yıl öncesine göre milyon kere daha güçlüdür.
Bizim solcularımız ve sosyalistlerimiz bu gerçeği bilip ona göre hareket edecekleri yerde, emperyalizmin onlara çizdikleri çerçeve içinde hareket etmeyi özgürlük sayıp, etnik- mezhep savunuculuğu ile günlerini gün ediyorlar.
Vardıkları son nokta da, ulus devlet düşmanlığı…
Meclis’te kurulan komisyonda oynanan orta oyununda, düşünenler ve şeytana ruhunu satmamış olanlar için çıkarılacak çok dersler var.



