Gazetecilik mesleği, eskiden sadece gazetelerde ve dergilerde yapılan bir işti.
Zamanla teknoloji alanındaki yenilikler basın sektörüne yansıyınca ve dağıtım işi kolaylaşınca yazılı basının tiraj sayıları, inanılmaz sayılara ulaştı.
Her gün milyonlarca okuyucunun eline kadar giden gazeteler, kamuoyu oluşturmada çok önemli roller üstlendiler.
Ülkede ve dünyada uygulanacak politikalar hakkında haber ve yorum yapan basın, çok büyük bir güç elde etti.
Basın, 4. kuvvet adıyla anılır oldu.
Teknolojik gelişmeler, internetle birlikte hayatımıza dijital gazeteciliği de soktu.
Artık elimizdeki cep telefonuyla, bilgisayarla, tabletlerle istediğimiz bir haber kanalına veya web sitesine kolayca ulaşabiliyoruz.
Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen olaylardan, anında haberdar oluyoruz.
Gelişmelerin 24 saat gerisinden gelen eski tip basın, açmaza girmeye başlayınca bu dergi ve gazeteler, ayakta kalabilmek için dijital ortamlarda kendi adlarını taşıyan web siteleri kurmak zorunda kaldılar.
Bu arada gazetecilik mesleği de iyice dallandı, budaklandı.
Her nerede çalışırsak çalışalım; gazetecilik mesleğinin değişmeyen bazı kuralları vardır.
Onların başında da 5N 1K kuralı gelir.
Gazeteci, yaptığı haberde bu kuralı mutlaka uygular.
- Ne?
- Ne zaman?
- Nerede?
- Nasıl?
- Neden?
- Kim?
Yapılan haberin içinde mutlaka yukarıda sorulan soruların yanıtları olması gerekir.
Bu 6 maddeden biri eksik olursa haber kusurludur.
Eskiden böyle bir haber yapan gazetecinin, çalıştıkları kurumlardaki yöneticiler tarafından şiddetli bir biçimde azarlandığını, usta gazetecilerin yazdıkları anılarından öğreniyoruz.
Şimdi ise bu tür kuralların pek önemsenmediğine üzülerek tanık oluyorum.
Bu kuralın en çok çiğnendiği durum, Erdoğan’ın uçakta gazetecilerle sohbetinde gerçekleşiyor.
Erdoğan, uluslararası bir toplantıdan ülkeye geri dönerken uçakta gazetecilere çok önemli açıklamalarda bulunur ve bu haber, hemen ilgili haber kanallarına uçurulur.
Ertesi günün en önemli haberi, Erdoğan’ın uçakta yaptığı açıklamalardır.
Herkes, günlerce Erdoğan’ın yaptığı açıklamaları konuşur, durur.

Bir gazeteci için Erdoğan’la aynı uçakta olmak ve çektirilen fotoğrafta yer almak son derece önemlidir.
O anı yaşamak, bir gazeteci için vazgeçilmez bir zorunluluktur.
Tabii ki, bu zevki tadabilmek için Erdoğan rejimi karşısında kırk takla atmak da bir başka zorunluluktur.
Bu tür dünyevi zevklere ulaşmak, ancak yandaş basında çalışmakla ve kendini bir yerlere ispatlamakla mümkündür.
Uçak gazeteciliğinin şaşmaz kurallarından birisi de eline tutuşturulmuş olan soruyu, yüce Başkana sormaktır.
Uçaktaki gazeteci, canının istediği her soruyu, Başkana soramaz.
Sormaya yeltendiğinde ise sonunun ne olacağını çok iyi bilir.
Bu cümleden olarak buradan kötü bir anlam çıkarmaya sakın kalkmayın!
Böyle boşboğaz bir gazeteciye verilebilecek en kötü ceza, bir daha uçağa alınmamak olabilir.
Böyle bir ceza da, bu çevrelerde en kötü ceza olarak algılanır.
Muktedirin istediği soruları soran gazetecilik tipine de iliştirilmiş gazetecilik tipi denir.
Yandaş gazetecilerin tümü, bu kapsam içinde yer alırlar.
Yandaş medyanın bu hallerini, kendilerini muhalif gazeteci olarak tanımlayan gazeteciler, alaylı bir şekilde onları yerden yere vururlar.
Uçak gazetecilerinin başında Ahmet Hakan, Abdulkadir Selvi gibi yağcı gazeteciler çeker.
Solcu gazeteciler, onların bu zavallı durumlarını anlatarak, dalga geçmeyi çok severler.
Dalga geçerler de kendi konumları, bağlı bulundukları Genel Başkanları karşısında daha farklı mıdır?
Ne gezeeer!
Önemsedikleri, “uçağına bindikleri” Genel Başkanları karşısında birer Ahmet Hakan, Abdulkadir Selvi gibi rol keserler.
TELE1, Halk TV ve Sözcü TV’de yapılan tartışma programlarında solcu gazeteciler, Özgür Özel’e sorulması gereken soruları sormadıklarını, daha doğrusu soramadıklarını görüyorum.
Sorulan sorular, daha öncesi bilindik sorular.
Doğru bir gazeteci, sorunu ortaya koyacak soruları sormaktan çekinmez ve sorduğu sorularla karşısındakini terletir.
Ne yazık ki, böyle bir gazeteci tipi ortalıkta pek kalmadı.
Bunlardan en iyisi İsmail Saymaz’dır.
Onun da İBB’den daha doğrusu İmamoğlu’ndan her ay 400 Bin Lira para ve İstinye’de 25 Milyonluk bir daire aldığı ortaya çıktı.
Her neyse konumuz İsmail Saymaz değil.
Ama bu kanallarda ve sol gazetelerde CHP’den maaş alan gazetecilerin, oldukça fazla olduğuna inanmayanlar, bi zahmet Kemal Kılıçdaroğlu’na sorsunlar.
Dersimli Kemal’de maaşa bağlanan bağımsız(!) gazetecilerin tam listesi var.
‘Bu duygusal bağımlılık mı, solcu gazetecileri Genel Başkanlar karşısında lâl edip Ahmet Hakan seviyesine düşürüyor?’ gibi sorular aklıma gelip, takılıyor.
İşte bu dediklerimi kuvvetlendirecek bir olaya, 31 Temmuz’da tanık oldum.
Sözcü TV programcısı Özlem Gürses, sabahın erken saatlerinde “Türkiye’nin birinci partisinin Genel Başkanı” olan Özgür Özel’i konuk etti.

Özgür Özel, her zaman yaptığı gibi çok konuştu.
Durmadan konuştu.
Kamuoyunun gündeminde; Apo’nun kurulmasını önerdiği ve CHP’nin de mutlaka katılmasını istediği “Kürt Açılımı Masasına” oturma konusu var.
Özgür Özel; konuyu çarpıtarak, gerçekleri eğip bükerek, olanları gizleyerek yalan üstüne yalanlar söyleterek nutuk attı.
Bu durumda gerçek bir gazeteci ne yapar?
Soracağı sorularla konunun daha iyi anlaşılması çabası içine girer değil mi?
Ne gezeeeer?
Özlem Gürses, Özgür Özel karşısında Ahmet Hakan rolünü oynadı, durdu.
Özgür Özel, “Kürt Sorunu, Kürt Sorunu” diye diye konuştukça Özlem Gürses, konuşmacıya dönerek “Sayın Genel Başkan! Kürt Sorunu deyip duruyorsunuz. Aynı kavramı DEM Partililer de kullanıyorlar. Siz, Kürt Sorunu derken neyi ifade etmek istiyorsunuz? Sizin tarifinizin DEM Parti’den farklı olan tarafı nedir? Yoksa bu konuda DEMlilerle aynı şeyleri mi düşünüyorsunuz? Bir Kürt vatandaşın diğer bir Türk vatandaşından eksik olan tarafı nedir? Bi anlatır mısınız?” diyemedi ve Abdülkadir Selvi konumuna düştü.
Sol kanalların hiçbirinde nedense yukarıda yer alan soruları kimse sormuyor.
Soramıyor.
Bundan yaklaşık bir ay önce bu kanallardan birinde yapılan programa İyi Parti Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez ile Emek Partisi Milletvekili Sevda Karaca katılmıştı.
Sevda Karaca’nın sık sık “Kürt Sorunu” demesi üzerine Turan Çömez, “Siz, Kürt Sorunundan ne anlıyorsunuz? Bunu madde madde sıralar mısınız?” diyerek sorular sordu. Karaca, sorulan sorulara yanıt vereceği yerde “Sizinle bu konuyu tartışmayacağım.” diyerek tartışmadan kaçınca Çömez cevap vermesi için onu daha da sıkıştırdı. Sosyalist (!) bir Milletvekilinin sorulara yanıt vermekten kaçarak içine düştüğü zavallı durumdan doğrusu onun adına ben utandım.
Moderatörler, gazeteciler sorulması gereken soruları soramayınca iş, başkalarının eline kalıyor.
Aaah gazetecilik!
Kimlerin eline kaldın sen!
5N 1K kuralına uyan gazetecileri, Diyojen gibi elimde fenerle arıyorum.
Ama ne yazık ki, bulamıyorum.
Sağ tarafta da, sol tarafta da taşlar bağlanınca Erdoğan’a sorulamayacak sorular gibi Özgür Özel’e de sorulmayacak soruların biriktiğini ve gazetecilik namusun ayaklar altında kaldığını üzülerek görüyorum.



