Medya

Tarikatler ve Cemaatler Sorunu

Önemli olan kukla değil, kuklacıdır.

15 Temmuz’da “Demokrasi ve Özgürlükleri Anma Günü’nü kutladık.

Bundan yedi yıl önce Amerikancı FETÖ ile bir başka Amerikancı AKP arasındaki rekabet ve devlete egemen olma kavgası kanlı bitti. 2001 yılında uluslararası güçlerce iktidara taşınan AKP, devlet içinde yapılanmış Fetullah Cemaatiyle işbirliği yaparak Cumhuriyetin bürokrasi içinde kalan unsurlarını Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlarla tasfiye etti. Devleti ele geçiren bu İslami organizasyonlar, iktidarı tek başına sürdürmek ve masadaki pastayı tek başına yemek için kavgaya tutuştular. 240 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu kanlı hesaplaşmadan sonra AKP, rakibini saf dışı ederek kendi iktidarını kurdu.

Bugün AKP, iktidardaki bir parti olmanın yanında aynı zamanda yeni bir devletin kurucusu partidir. Kurucu partilerin ortak özelliklerinden birisi de devlet organizasyonunun tepeden tırnağa kendi güçleri tarafından ele geçirilip yönetiliyor olmasıdır. AKP, eski rejimin unsurları olan yasaları, kurumları, gelenekleri ortadan kaldırarak, yok edemediklerini de işlemez hale getirerek, dönüştürerek yol alıyor. Cumhuriyetçileri fazla ürkütmeden, devlet dairelerindeki Atatürk resimlerine dokunmadan ama Atatürk’e dair ne varsa yok ederek adım adım şeriat rejimini kuruyor. Son günlerde Milli Eğitim Bakanının karma eğitimi hedefe alan açıklamalarını bu temelde değerlendirmek gerekir.

Temmuz ayının önemli olaylarından birisi de Menzil Şeyhinin ölmesiydi. Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlıklarının yanında aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetlerinde de örgütlendiği basında sık sık dile getirililen ve tarikatlar içinde en çok müridi içinde barındıran bu yapılanma, şeyhin cenaze törenini bir gövde gösterisine dönüştürdü. Sıradan bir olayı 20-30 kanaldan naklen veren yandaş basın, Menzil tarikatının bu gösterisini gözlerden sakladı. Tatil havasına girmiş ve sıcak kumlara uzanmış “laikçi kesim” ürkütülmek istenmedi herhalde. Medyadaki haberlerle, yorumlarla güdümlü düşünmeye alıştırılmış bu çağdaş kesim, televizyonda ve sosyal medyada bir anormallik görmediği koşullarda Türkiye’de de her şey normal akışında gidiyor diye düşünüyor.

Oysa hayatın kendi gerçekleri, gelişmeleri, yandaş basının ve ona muhalif olduğunu söyleyen basının söylediklerinden çok daha farklı olduğunu görüyor ve ifade ediyoruz.

“Türkiye’nin her tarafını sarmış ve devletten her türlü desteği alan bu örgütlenmeleri nasıl değerlendirmeliyiz?” sorusu, cevaplanması için bir kenarda bekliyor. Her konuda olduğu gibi bu konuda da akıllar oldukça karışık. Her siyasi hareket, kendi meşrebine uygun olarak bu konuda da bir tavır içine giriyor. Kimi onları bir sivil toplum örgütü olarak meşrulaştırırken kimi de Müslümanlığın bir sapkın yolu olarak değerlendirip İslam içinde kalarak onlarla tartışmaya çalışıyor. Bazıları da tarikatlarla mücadeleden ‘İslamla mücadele’ sonucu çıkararak buna uygun olarak mevzileniyor.

Adım adım şeri bir devletin inşa edildiği bu günlerde tarikatlar ve cemaatler sorununa yanıt vermeden önce komşumuz Irak’a giderek orada yaşananlardan kendimize dair bazı sonuçlar çıkarmanın bize faydası olacağını düşünüyorum.

Irak İşgal Edilip Parçalanırken Neler Oldu?

Uzun yıllar Saddam Hüseyin’in kanlı ve zorba yönetimi altında yaşayan Irak’a yakından baktığımızda Güneyde Şii Arapların, orta kesimde Sünni Arapların ve Kuzeyde de Kürtlerin, Türkmenlerin yaşadıklarını görüyoruz. Farklı etnik ve dini oluşumların olduğu Irak’ta binlerce yıldır egemen olan aşiretler, Irak’ın en önemli gerçeğidir. Ortak bir devlet ideali gerçekleşememiş bu ülkede zor yoluyla birlik sağlanmaktaydı. Yıllarca bölgede Amerikan çıkarlarına hizmet eden Saddam, petrol ve ticaretin dolarla yapılması konusunda farklı bir tutum geliştirince adı tasfiye edilecekler listesine yazıldı. Orta Doğu’da İsrail’in güvenliği açısından önemli görülerek Saddam, Esat ve Kaddafi yönetimleri hedefe kondu. BOP Planı doğrultusunda Irak’ta Saddam, Libya’da Kaddafi yönetimleri yıkıldı ve bu ülkeler parçalandı. Suriye’de ise Esat ayakta kalırken ülkesi fiilen üçe bölündü.

Biz yine tarikatlar ve Irak konusuna dönecek olursak; Irak’taki feodal yapının ve dinin çok etkili olduğunun altını bir kez daha kalın çizgilerle çizelim. Tarikatlar ve cemaatler konusunda Irak’ı gündeme getirmeye değer kılan şey ise, Kesnizani Tarikatı’nın özellikleri ve onun yaşanan pratiğidir.

Kadirilik’in bir kolu olarak Süleymaniye’de kurulan tarikat, Şeyh Abdülkerim Kesnizani tarafından kurulmuştur. Kurucu şeyh öldükten ve yerine oğlu Muhammed Kesnizani geçtikten sonra tarikatta önemli değişiklikler meydana geldi.

Bağdat İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunu olan Kesnizani, hahamlardan aldığı derslerle Yahudi-Kabala inancını ve Cerrahi tarikatı müritlerinin vücutlarına şiş batırma törenlerini tarikat bünyesine kattı. Binlerce yıl kan akıtmanın hiç eksilmediği ve şiddetin çok olağan karşılandığı bu topraklarda insan vücudunun bütünlüğüne karşı yapılan bu saldırılar her zaman dikkat çekici olmuştur. Şeyhin huzurunda yapılan bu gösterilerde vücutlara kılıç, kama, hançer sokuluyor, kurşun atılıyor, boğazlar kesiliyor ve gösteri sonunda şeyh veya onun halifesi tarafından yaraya sürülen tükürükle kan akmadığı ve müridin de hiçbir şey olmamış gibi davrandığı görülüyordu.

Yıllarca süren Irak-İran savaşında yüz binlerce insanı kaybetmiş bu topraklarda yaşayan insanlar, ‘Şeyh bana da da yardım ederse yaralandığımda ölmem.’ diye düşünüyorlardı. Irak Ordusunda görev yapan subayların bir çoğu bu tarikata üye olmaya başladı. Öyle ki, Genelkurmay Başkanı Mareşal Ayat Fetih El-Ravi, Hava Kuvvetleri Komutanı Mareşal Hamid Şaban, Umumi Askeri İstihbarat Başkanı Mareşal Vefik El-Samarayi şeyhin ayağını öperek mürit olmuşlardı. Bunun yanı sıra Saddam’ın iki kardeşi Vatban ve Barzan, Saddam’ın karısı Sadice ve oğlu Uday da şeyhin müridi oldular. Saddam’dan sonra ülkenin ikinci adamı olan İbrahim İzzet El- Duri de şeyhin ayağını öpmüştü. Aşağıdaki fotoğrafta Kesnizani, dönemin Dış işleri Bakanı Hoşyar Zebari ile birlikte görülüyor.

Kesnizani tarikatı başlangıçta bir Kürt tarikatı olarak kurulmuştu. Kısa zamanda Arapların, Türkmenlerin de mürit olduğu bir örgüte dönüştü ve Irak genelinde üye sayısı 3 milyona ulaştı.

Şeyh Muhammed Kesnizani’nin oğlu olan Nehru, devlet bürokrasinden öğrendiği bilgileri İsrail gizli servisi MOSSAD’a iletiyordu. İsrail, Irak’ta olan biten her şeyden haberdar oluyordu. Kesnizani tarikatının, ikna edemediği kişiler, İsrail’den gelen paralarla ikna ediliyordu.

Saddam ülke savunmasında ülkenin güneyini Ali Hasan Mecid’e, Bağdat ve çevresini oğlu Kusay’a vermişti. İkinci Körfez Savaşı’nda Amerikalılara karşı Ali Hasan Mecid’in başındaki kuvvetler 19 gün direndiler. 20. gün direniş kırılınca Bağdat’a doğru yürüyen ABD kuvvetlerine karşı oğul Kusay, Kuzeyde ülkenin ikinci adamı olan İzzet Duri’nin komutasındaki özel kuvvetlerden yardım bekliyordu. Tarikat üyesi Duri, şeyhinden aldığı emir doğrultusunda kendisine bağlı birliklere emir vererek ordu mensuplarını evlerine gönderdi. Ardından Bağdat düştü. Saddam yönetimi yıkıldı ve İsrail, bir beladan daha İslam’ı kullanarak kurtulmuş oldu.

Kesnizani tarikatı, Irak’ın inşa sürecinde de etkili oldu.

Bugün itibarıyla İsrail ve siyonizm, İslam içinde 80’den fazla tarikat ve cemaat kurdu. Kendine bağlı tarikatlarla İslam’ı ve o toplumu istediği biçimde yönlendiriyor. Geçmiş yıllarda etkili olan Adnan Hoca ve Fetullah Cemaati siyonizmle bağlantılı olanlarından en bilinenleridir Ülkemizde faaliyet yürüten yüzlerce tarikat ve cemaatin İsrail bağlantıları konusu ayrıca üzerinde durulması gereken çok önemli bir konudur. Diğer önemli bir konu da bu tarikat ve cemaat liderlerinin Türk soylu olmamalarıdır. Cumhuriyetle, Atatürk’le tarihsel bir hesaplaşması olan bu kişiler, tarikat üyelerini de Atatürk’e ve Cumhuriyete düşman olacak şekilde yetiştirmektedirler.

Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığını besleyen ve organize eden en önemli güç, emperyalizmdir.

Batı kapitalizmi, Türkiye’de 1923-1938 aralığında olduğu gibi bir dönemin İslam ülkelerinde bir daha yaşanmaması için her türlü önlemi alıyor. Emperyalizm, İslam ülkelerinin tümünün gerilik, çağdışılık ve diktatörlük koşullarında yaşamasını istiyor. Dinsel ön yargıların egemen olduğu, eğitimin dinsel içerikte verildiği ve diktatörlerin yönettiği bu ülkeler, Batının istediği ve yaşattığı ülkelerdir. Atatürk onlar açısından İslam ülkelerine kötü bir örnektir. Ünlü siyaset bilimci Samuel Huntington, “Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmelidir.” diyordu. Batı dünyasında ve emperyalizmin egemen olduğu tüm İslam ülkelerindeki Atatürk düşmanlığının da sebebi bundandır.

Atatürk zamanında (1927- 1932) ABD’nin Ankara Büyükelçiliği görevini yapan Joseph Grev, devletine gönderdiği gizli yazısında şöyle diyordu:

Atatürk liderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti bilimsel yolda almış olduğu ivme ile her alanda çok fazla gelişme göstermektedir ki, bu bizim Orta Doğu’da ilerideki yıllarda çok pasif kalmamızı Türkiye Cumhuriyeti’nin de bölgede çok güçlü bir şekilde söz sahibi olacağının göstergesidir. Türkler üstün kabiliyette bir millettir ve ancak yolları İslam ile kesilebilir, bu kanaat ziyadesiyle bende oluştu. Bu milleti ne kadar karanlığa itersek bölgedeki çıkarlarımıza o kadar hizmet etmiş oluruz…

Bu diplomat aynı zamanda Lozan görüşmeleri sürecinde ABD’yi temsil etmişti.

İngiliz devlet adamı W. Churchil, “Türklerin sadece din adamlarını ele geçirip onları kullanın, onlar zaten devleti yıkarlar.” diyordu.

İngilizler daha sömürgecilik döneminde İslam dinine el atarak kendi çıkarlarına göre bir din algısı yaratarak yeni mezhepler oluşturmuşlardır. Bunlardan en tanınmışı ve bizim tarihimizi de yakından ilgilendiren Vehhabilik’tir. 18. yüzyılda Muhammed bin Abdülvehhab önderliğinde kurulan mezhep, Osmanlıları çok uğraştırmıştır. Bugün de selefilik diye adlandırılan İslami hareket emperyalizmin vurucu gücüdür.

Batı kapitalizminin ve siyonizmin Türkiye’de etkin kıldığı Nurculuk da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Said-i Kürdi’nin kurduğu Nurculuk örgütlenmesi, Cumhuriyet dönemi boyunca ve şimdi de emperyalizmin hizmetinde olan bir harekettir.

Osmanlı’da ve Cumhuriyet Türkiye’sinde etkin olan Nakşibendi’liğin kurucusu Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaüddin Buhari’dir. Buhara kentinde kurulan tarikat değişik bölgelere yayılmıştır. Nakşibendi tarikatının Halidiye kolunu kuran ise, Kürt Mevlana Halid-i Bağdadi’dir. (1779 –1826) yılları arasında yaşamış olan şeyhin Türkiye’de bugün Menzil diye bilinen kolu vardır.

Kuzey Irak’ta oluşturulan özerk devleti, Barzan aşireti yönetiyor. Barzani aşireti, bir Yahudi aşiretidir. Tarihsel süreç içinde Araplardan baskı görmek istemediklerinden dolayı Müslümanlığı seçmiş gibi davranmaktadırlar. Barzani ve İsrail ilişkilerini merak edenler kolaylıkla bu bilgilere ulaşabilirler.

Kuzey Irak’ta çıkan bütün mesihler, mehdiler Barzan aşiretinden çıkıyor. Halidiye koluna bağlı Nakşi şeyhler de Barzan aşiretine mensupturlar. Türkiye’deki Menzil şeyhlerinin Türkçe’yi zorlanarak konuşmaları da bu yüzdendir.

Türkiye’de faaliyet yürüten aşiret ve cemaatlerin tümünün siyonizmle ve Batı ile bağlantıları vardır.

Türkiye’de tarikat ve cemaat örgütlenmelerini ele alırken bu gerçekten hareket etmelidir. Ama ne yazık ki, sanki bu tür örgütlenmeler Tayip Erdoğan gibi kişilerin eseriymiş gibi ele alınıp değerlendiriliyor. Türkiye’nin izleyeceği siyasi rota her zaman emperyalizm tarafından oluşturulmuştur. Atatürk’ten beri bu durum hep böyle olagelmiştir.

Dinci gericiliğin kaynağı emperyalizmdir. Bu gerçeğin üstü örtülerek sanki dinci gericilik, İskilipli Atıf Hoca’nın, Said- Kürdi’nin, Fetullah Hoca’nın, Erbakan’ın, Erdoğan’ın eserleriymiş gibi bir algı yaratılıyor. Yukarıda adları verilen ve verilemeyen bir sürü insan bu projenin görevlileridirler. Sol ve Atatürkçü kesimde egemen olan bu yanlış yargının sebebi nedir?

Bilindiği üzere Ermeni ve Kürt çevreleri,Türkiye’de kültüre ve siyasete egemendir. Bu çevreler kendi çıkarları doğrultusunda gerçeği eğip bükerek siyasi tespitler yapıyorlar. Soydaşları olan tarikat liderlerini de kayırarak işbirliği içinde oldukları emperyalizm ve siyonizmin yaptıklarını gizlemiş oluyorlar. Daha yıllar öncesinde Lenin, “Emperyalizm, siyasi egemenlik peşinde koşar, demokrasinin değil.” diyordu.

Emperyalizm ve siyonizm, bizlere cehennemi dayatıyor. ABD, AB’ye karşı olmadan Menzil’e, Fetö’ye, Erbaş’a, Nurculuğa karşı mücadele edilemez. Batı medeniyetine hayran ve bir an önce bu ülkelere kapağı atmaya kalkan yarı aydın, yarı cahil insanımızın göremediği veya görmek istemediği gerçek budur.

Yazar hakkında

Ferit Gültekin

Yorum bırak

2  +  2  =  

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.