Haberler

“Siyasal Mezhepçilik” bağlamında Alevilik

Etnik milliyetçilik ve mezhepçilik, bir toplumun kanseridir.

Son günlerde AKP medyasının köşe yazarları tarafından sosyoloji bilimine “siyasal mezhepçilik” ya da diğer bir başka deyişle Siyasal Alevicilik” diye yeni bir kavram kazandırıldı.

Suriye’de yönetim koltuğuna HTŞ oturtulduktan sonra ülkede mezhep ve etnik temelde çatışmaların yaşanacağı kaygısı, aklı başında olan herkes tarafından dile getiriliyordu. Şam’da yönetimi ele geçiren şeriatçıların, yerlerini sağlama alma aşamasında “Her inanç grubuna saygılıyız ve eşit mesafedeyiz.” gibi söylemlerinin gerçeği ifade etmediği kısa zamanda ortaya çıktı. Kravat takmakla, ceket giymekle modern olunamadığı, demokrasi kültürünün içselleşmesi için yoğun bir çaba ve uzun bir zamanın gerekli olduğu görüldü. Geçmişe döneme bakacak olursak emperyalizmin, Orta Doğu’da ve Müslüman ülkelerde demokratik bir yönetimin iş başında olmasına izin vermeden tüm bu ülkeleri, hanedanlar ve diktatörler eliyle yönettiklerini görürüz.

Diktatörler ve hanedanlar, bugün de ülke kaynaklarının talan edilmesinde emperyalizme eşi bulunmaz hizmetlerde bulunuyorlar.

Yönetim değişikliğinden sonra “Esed diktatörlüğü yıkıldı. Suriye’de devrim oldu. Özgürlük geldi.” balonları kısa zamanda patladı ve eskilerin deyimiyle herkes aslına rücu etti.

Esat döneminde iktidarın en önemli kesimini oluşturan Nusayriler, HTŞ döneminde şeriatçıların hışmına uğrama endişesine kapıldılar. İç savaş döneminde yapılan karşılıklı katliamlar ve biriktirilen nefretler kısa zamanda açığa çıktı. Zaten Sünni İslam’da var olan “Şia” karşıtlığı, yaşanan acılarla birleşince çatışma kaçınılmaz oldu.

Ülkemizde Hatay ve Adana’da yaşayan Nusayri kökenli vatandaşlar, yaptıkları basın açıklamalarında Suriye’deki gelişmeleri değerlendirirlerken HTŞ’yi eleştirerek Nusayrilere destek olunca AKP çevrelerini rahatsız ettiler.

HTŞ’yi yıllarca besleyip büyüten AKP, dostlarına yönelik bu eleştirilere çok alınarak bu kesimi, “Siyasal Alevicilik” yapmakla suçladılar. Köşe yazılarında “Biz siyasal İslamcı isek siz de siyasal Alevicisiniz.” demeye başladılar.

Yüzyıllardır Anadolu’nun kanayan bir yarası olan “Alevi-Sünni Karşıtlığı” bu topraklarda yeniden kaşınmaya başlandı.

Yazının başlığı altında paylaştığımız “Etnik milliyetçilik ve mezhepçilik, bir toplumun kanseridir.” sözü, Yogoslavya’dan Orta Doğu’ya, Afganistan’dan Afrika’ya kadar milyonlarca insanın hayatını yitirme pahasına defalarca kanıtlanmıştır.

İnsanları, bir toplumu etnik aidiyeti ve mezhebi üzerinden bölmek, doğrudan doğruya emperyalizme ve siyonizme hizmettir.

Ne yazık ki bu hizmeti, AKP, CHP, DEM, Hüda-Par ve sol partilerin tümü gönüllü olarak yapıyorlar.

Yapılan konuşmalarda “Kürtler, Türkler, Lazlar, Ermeniler, Süryaniler, Aleviler, Romanlar” diyerek söze başlayanlar, her etnik gruba, mezhebehakverilmesini ve bu hakkın anayasaya geçirilmesini isteyenler, emperyalizmin-siyonizmin ekmeğine yağ sürüyorlar.

Bu dil, siyonizmin zehirli dilidir.

Bundan 5 ay önce “Emperyalizmin ve Siyonizmin Kıskacındaki Türkiye” adlı yazımda Yınon Planı’ndan söz ederken şöyle demiştim:

13 Haziran 1982 tarihinde İsrail’de siyonistlerin dergisi ‘Kıvunım’adlı dergide Oded Yinon imzalı ‘1980’lerde İsrail İçin Bir Strateji’ adlı bir yazı yayımlanmıştı. Uluslararası kamuoyunda ‘Yınon Planı’ olarak bilinen bu yazı, bugün bile üstünde konuşulmayı hak ediyor. Plan, var olan İsrail yönetimlerine bölge ülkelerine karşı uygulayacakları politikalar konusunda önerilerde bulunuyor. İçinde yaşanılan çağın özelliklerini inceleyen siyonist yazar, Rönesans’tan bu yana Batı uygarlığının yaşamı ve kazançlarını destekleyen en büyük mihenk taşı olan akılcı ve insalcıl bakış açısının yıkıldığını ilan etmekle işe başlayarak bu temelde ortaya çıkan politik, sosyal ve ekonomik görüşlerin de ölümünü ilan ediyor.

Dünyada bulunan kaynakların insanların ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz olduğu fikrini öne sürerek insanların tüketimlerini karşılama politikalarının gerçekçi olmadığını söylüyor. 1970’ten sonra bu düşünceyi, emperyalizmin sözcüleri sık sık dile getirmeye başladılar. Eşitlikçi, adil bir rejimin dünyada kurulmasının mümkün olmadığından hareketle yoksulların durumunu düzeltecek düşüncelerin gereksizliği ilan edilerek artık bu dünyada Etik değerlere yer yok. deniliyor.

Günümüzden 43 yıl önce siyonistler, sanki bugünleri görmüşçesine bugün yaşadıklarımızı anlatmışlar. Dünya çapında uygulanan politikalarla yoksul insanların gereksizliğinden yola çıkarak toptan imha edilmesi gerektiği bugün açıkça savunuluyor. “İnsalcıl bakış açısının” yıkıldığını biz Gazze’de yapılan uygulamalarda görüyoruz.

İsrailli yetkililer Filistinlilerden “böcek, insanlığa zararlı yaratıklar.” olarak söz ediyorlar. Trump, Filistinileri çöle sürerek Gazze’yi tatil beldesine çevireceğini övünerek anlatıyor.

Ekonomik anlamda yoksul kesimlere verilmesi gereken payların kesilerek kitlelerin derin bir yoksulluğa mahkum edilmesi uygulamalarını Türkiye’de görüyoruz.

Siyonist Yınon Planı’ında Irak’ın (Şii, Sünni ve Kürt olarak) 3’e, Suriye’nin 4’e, Lübnan’ın 5’e bölünmesi gerektiği açıkça savunuluyordu.

Adı anılan bu ülkeler geçen zaman içinde etnik ve mezhep temelli olarak bölünerek etkisizleştirildiler.

Aynı plan, Türkiye’de de uygulamaya konuldu.

Yıllardır bu plan doğrultusunda ABD ve AB’den fonlanan partiler ve kitle örgütleri eliyle ortam uygun hale getirildi.

Etnik ve mezhep temelli ayrışma derinleştirildi.

Bugün birçok siyasi lider, her etnik gruba ve mezhebe tanınacak imtiyazları özgürlük kapsamında değerlendirip utanmadan savunma cesaretini gösterebiliyor.

Evet özgürlük…

Ama nasıl bir özgürlük?

Etnik ve mezhep temelli bölünerek boğazlaşma özgürlüğü…

Merhaba Yogoslavya…

Merhaba Lübnan…

Merhaba Suriye…

Biz geldik.

Ya da siz bize geldiniz.

Buyurun buraya, birbirimizin kanını içmeye var mısınız?

Türkiye’yi, Suriye’ye benzetmeye var mısınız?

“Hayır! Hayır! Türkiye, Suriye olamaz. Bizim ülkemiz farklıdır.” sakın demeyin. Aynı lafları, Lübnan iç savaşına bakan Suriyeliler de söylüyorlardı.

Şimdi daha acısını ve daha yıkıcısını kendileri yaşayarak görüyorlar.

Ortam hazırlandığında ve kitlelerin bilinci çarpıtıldığında her yer Suriye’dir, Lübnan’dır.

Son günlerde yapılan haberlerde “Suriye Alevileri, Nusayrilersözleri sık sık geçiyor.

AKP basını ve sözcüleri ise bu kesimi “Esed rejiminin artıkları” diye nitelendirerek “Alevi, Nusayri” demekten özellikle kaçınıyorlar.

Arap Aleviliği veya Nusayriliğe kısaca değinecek olursak şunları söyleyebiliriz;

Şiiliğin erken dönemlerinde (9. yüzyılda) İbnü’n – Nusayr tarafından kurulan bu inanç sistemi, kendisini ayrı bir etnik-dini grup olarak tanımlamaktadır. Suriye’de 2-3 milyon inananı bulunan grubun Hatay’da, Adana’da akrabaları vardır. Ali sevgisi Şiilikle ortak yön olmakla birlikte Nusayrilerde Ali’yi peygamber hatta tanrı olarak görme anlayışları yüzünden Şiilerce “sapık akım”olarak nitelendirildiler. Sünni İslam da bu tespite katılarak yüzlerce yıl, Osmanlı ve Memlük yönetimleri bu kesime baskı, zulüm uyguladı.

1920’lerde Suriye’deki Fransız manda yönetimi, bu inanç grubunun Şiilikten farklı olduğunu belirtmek amacıyla “Arap Alevisi” olarak adlandırdı. Zamanla bu ad değişikliği, Nusayriler tarafından da benimsenince yaygınlaştı.

Arap Aleviliği(Nusayrilik) ile Türkiye Aleviliği arasında Ali sevgisinin dışında ortak bir noktaları yoktur.

İran’daki Şia anlayışı ile Anadolu Aleviliğinde olduğu gibi..

Buna rağmen Türkiye’deki bazı Alevi grupları ve Kürtçüler tarafından “Suriye Alevileri” ya da yalnızca “Aleviler” denilerek özellikle Türkiye Alevileri ile özdeşlik kurulmaya özen gösteriliyor.

Yönetimi ele geçiren HTŞ militanları ile Nusayriler arasında çıkan çatışmalarda 1000’den fazla insan öldü. Öldürülenlerin çoğunu yakından ateş edilen Nusayriler oluşturuyor. HTŞ ile Nusayriler arasında başlayan etnik ve mezhep çatışmalarının nereye evrileceği önümüzdeki günler içinde belli olacak. Lübnan’da yıllarca süren etnik-mezhep çatışmalarının Suriye’de de yaşanacağı açıkça görünüyor.

Türkiye’deki Alevi kesimleri, bazı çevreler tarafından ısrarlı bir şekilde Suriye’deki etnik- mezhep çatışmaları içine çekilmeye çalışılıyor. Aşağıda ilanı görülen Alevi örgütlerinin dili ve söylemi bunu açıkça gösteriyor.

Suriye’nin Lazkiye, Tartus gibi şehirlerinde gerçekleşen şiddet olayları üzerine bir araya gelen sanatçı ve yazarlar bir basın açıklaması yaparak Suriye Alevilerine yönelik yapılan saldırıları ve katliamı kınadılar.

Aralarında Barış Atay, Cahit Berkay, Suavi, Tolga Sağ ve Hilmi Yarayıcı gibi birçok tanınmış kişinin imzaladığı bildiride Suriye’de var olan etnik gruplar ve mezhepler sayıldıktan sonra söz Suriye Alevilerine getirilerek “Bu sistematik saldırılar sonucu yüzlerce Alevi kardeşimiz hayatını kaybetti, binlerce insan zorla evinden sürgün edildi.” denildi. Bu sözlerin ardından laf, Türkiye Aleviliğine getirilerek Yunus, Mevlana, Hacıbektaş’tan devralınan kültüre sahip çıkılacağı belirtildi..

Bildirinin içeriğinde Anadolu Aleviliği ile Suriye Arap Aleviliği arasında bire bir eşitlik kurulmuş.

Türkiye’deki bazı Alevi örgütleri, Lazkiye’de gelişen olayları protesto etme amacıyla Alevi kesimini Suriye’deki çatışmaların bir parçası kılmak için harekete geçtiler.

Türkiye ve Suriye’yi içine alacak bir Alevi-Sünni çatışması, kimin projesidir?

Bu konularda uzman olan gazeteci Hüsnü Mahalli, bir televizyon programında İsrail’in Lazkiye’ye hakim olmanın dışındaki hedefleri Alevi-Sünni çatışmasını Türkiye’ye taşımak, açılım ayağına Suriye’deki YPG oluşumunu Türkiye’ye dayatmak ve İran ile savaşta Türkiye’yi yanına çekmektir.” dedi.

Yapılan bu tespite ben de katılıyorum.

Türkiye’deki Alevi dernek ve kurumlarının ezici çoğunluğu, Alman emperyalizminin denetimi altındadır. Almanlar, Türkiye’de Alevileri bir azınlık olarak örgütleyip, yönlendirmek istiyorlar. Avrupa’da ve Almanya’da faaliyette bulunan Alevi derneklerine bir takım imtiyazlar tanıyarak Aleviliğin İslam’dan ayrı bir din olduğu fikrini, satın aldıkları yöneticiler eliyle Alevilere aşılıyorlar. Türkiye’de “Alisiz Alevilik” olarak bilinen bu görüş, özellikle “Dersim” kökenli Aleviler tarafından savunulmaya başlandı. Alisiz Aleviliğin dışında ayrıca Alman devletinden fonlanan bazı Alevi kesimler, Aleviliği; Hititlere, Anadolu’da binlerce yıl önce yaşadığı iddia edilen Luvilere hatta Sümerlere dayandırmaya başladılar. Tarih bilincinden yoksun cahil insanların akıllarını, böyle ipe sapa gelmez zırvalarla bulandırmaya çalışıyorlar.

Ayrıca Türklerin İslamla karşılaşması sonunda meydana çıkan Aleviliği, bazı Kürtçü çevreler tarafından binlerce yıl önceki Mezopotamya Zerdüştlüğüne bağlanmaya çalışılıyor.

Aleviler Anadolu’da, Azerbaycan’da, İran’da, Irak’ta yüzlerce yıl Türkçe deyişler söylediler ve yaptıkları Cem ayinlerinde Türkçe konuştular. Dadaloğlu, Pir Sultan, Kazak Abdal, Şah Hatayi Oğuz boyundan Türkmenler olarak yaşadılar. Devşirme olan Osmanlı hanedanının 800 yıl süren yönetim tarihi aynı zamanda bir Oğuz – Osmanlı çatışması tarihidir. Osmanlı arşivlerinin yanında binlerce kitap belge ortada dururken etnik milliyetçiler emperyalizmi de arkalarına alarak Türkiye’de Alevi kesimini bir azınlık olarak, PKK’nın ortağı haline getirmeye çalışıyorlar. Bu çabalarında da oldukça başarılı olduklarını kabul etmek zorundayız.

Satın alınarak ajanlaştırılmış Alevi önderler, eşit vatandaşlık, etnik- mezhep temelli bölünme ve federasyonu” savunma konusunda DEM yöneticileriyle adeta yarış ediyorlar. Alevilerin etnik ve mezhep temelli bir bölünmeden hiçbir yararları olmadığı gibi böyle bir durum gerçekleştiğinde Türkiye toprakları Suriye’ye dönüşür. Peşlerine takıldıkları PKKlı dostları kendilerini kurtarabilirler ama Aleviler kendilerine kaçacak bir yer, sığınacak bir liman bulamakta epey çok zorluk çekerler.

Etnik milliyetçilik ve mezhepçilik emperyalizmin-siyonizmin dışında kimseye bir fayda sağlamadığı gibi Alevilere de sağlamaz.

Alevi kitleleri; üniter ulus devlette laikliği, çağdaşlığı, hukuku esas alan bir düzende özgür ve mutlu yaşayabilirler.

Yazar hakkında

Ferit Gültekin

Yorum bırak

2  +  5  =  

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.