Baskın Oran’ı tanıyanlar bilir.
Neyi bilirler?
Onun ne kadar Cumhuriyet düşmanı olduğunu çok yakından bilirler.
Fransızların Le Monde gazetesine 21 Aralık 2008 tarihinde verdiği demeçte “1923’ten beri beynimizi yıkıyorlar.” demişti.
Daha başka ne demişti?
“Bu kadar cehalet, bilgisizlik eğitim sistemimizden gelmektedir.” demişti.
Cumhuriyet idaresinin Osmanlı’dan kalan cehaleti, bilgisizliği, kör karanlığı dağıtıp insanımızı aydınlığa çıkardığını biliyorduk ama bu sistemde profesörlüğe kadar yükselmiş bir adamın hastalıklı ve saplantılı ön yargılarını değiştiremediğini de yaptığı bu konuşmalarından anlayabiliyoruz.
Cumhuriyetin çağdaş uygarlığa doğru giden rotasının 1938’den sonra nasıl Batıya doğru çevrildiğini ve onların yönlendirmeleriyle bu hallere düştüğümüzü hınzır profesörümüz gayet yakından bilir ama bunu itiraf etmek işine gelmez.
Ondan sonra da “1923’ten beri beynimizi yıkıyorlar.” diye feryat eder, durur.
Nerede bir Cumhuriyet karşıtı eylem varsa bizim profesörümüz hep oradadır.
Bir zamanlar Fetöcülerin Abant Toplantılarının değişmez konuğu idi.
2008 yılında kripto Ermenilerle birlikte “Ermenilerden Özür Diliyoruz.” kampanyasını da düzenlemişti.
Kripto dedim de Yalçın Küçük’ün Baskın Oran için “O, kripto bir Yahudi’dir.” saptaması aklıma birden geliverdi.
Yalçın Hoca, haklı olsa gerek…
Nerede bir Kürtçü faaliyet varsa, Baskın Oran hep orada bitiyor.
Baskın Oran, siyonizmin Orta Doğu’da kurmak istediği Büyük Kürdistan’ın gönüllü bir neferidir.
O yüzden Türkiye’deki Kürtçüler, Ermeniler ve Türk düşmanı çevreler tarafından çok sevilir, sayılır, el üstünde tutulur.
Baskın Hoca, daha düne kadar bu çevrelerin toplandığı Agos ve artı gerçek’te yazılar yazıp, Cumhuriyet rejimine, Kemalizme verip veriştiyordu.

Havaların sıcak gittiği, Apo Komisyonunun milleti ikna edemediği ve Apo’nun herkesi fırçaladığı günlerde yaşı 80’e ulaşmış Baskın Hocamız “Bu rezil kargaşada ne yazayım, Bodrum yazayım bari” adlı yazıyı Agos’a gönderdi ve yazı, Ermenilerin web sitesinde yayımlandı.
İşte bundan sonra kızılca kıyamet koptu.
Yazdığı yazının başında “Kürt Barışında” işlerin istenildiği biçimde gitmediği için kanlı göz yaşları döktüğünü söyleyen Hocamız, “Bari Bodrum’u yazayım.” diyerek Bodrum plajlarını anlatmaya yeltenmiş.
Plaj denilince insanın aklına ilk olarak ne gelir?
Ee doğal olarak yaşı 80’e ulaşmış olan Hocamızın yüreğini hoplatan bikinili güzeller gelir.
Kürt açılımında umduğunu bulamayıp üzülen Hocamız, bilgisayarın tuşlarına bastıkça gençlik heyecanlarına kapılarak yazmış da yazmış.
Şöyle demiş Hocamız, (Aman ha, bu bölümü çok dikkatli okuyun, çünkü bu bölüm yüzünden az daha 3. Dünya Savaşı çıkacaktı.) :
Bu yıl denizde dikkatimi çeken dört durum var… Eskilerden birincisi, bikinilerin alt parçasının kaybolmaya doğru gidiyor oluşu. Özellikle, arkadan bakınca. Geliyor arkadan ortaya gelince bir ‘ip’e dönüşüyor, şeftaliyi ikiye bölüyor. Endamı müsait hatunlar için tamam da, olmayanlar için söylüyorum, biz İzmir’de çocukluğumuzda buna ‘gemeteri’ derdik, ne cesaret birader!
Evet, bence de ne cesaret!
Estetik duygusu gelişmiş Hocamızın göz zevkini, bazı kadınların ipli bikiniyi giyerek şeftaliden ziyade biçimsiz Adapazarı kabağına benzeyen popolarıyla bozmaya ne hakları vardır Allah aşkına?
Endamı güzel hatunlara bir şey söylüyor mu Hocamız?
Asla söylemiyor.
Söylemez de zaten…
Onlar ipli bikinilerini giyip kumsalda bir huri gibi salınıp, gezsinler.
Ha, bu arada Hocamızın lafını ettiği “gemeteri” sözünü merak edip Google Amcaya sordum.
Sordum ama Google Amca benim karşıma bir sürü Geometri yazısı, formülü çıkardı.
Demek ki, Google Amcanın da bilmediği bir çok şey var bu hayatta.
Her neyse biz yazımıza yeniden geri dönelim.
Yazı, Agos’ta yayımlandıktan sonra bizim bilemediğimiz bazı şeyler yaşandı ve Agos, okuyuculardan özür dileyerek “Cinsiyetçi ifadelerin olduğu bu yazıyı Agos sayfalarından sildiğini ve yazarla tüm ilişkilerini kestiğini” açıkladı.
Agos yazıyı yok eder de artı gerçek durur mu?
O da, sayfalarından aynı yazıyı derhal sildi.
Baskın Hoca, her ne kadar Ermeni, Kürt davasına yıllarca hizmet etmiş olsa da plajda gezinen hatunların giydiği bikini ve bikini ipinin böldüğü şeftali hakkında asla söz edemezdi.
Hele bir de “endamı müsait olmayan” hatunların poposu üstüne ileri geri yazı yazmaya ne hakkı vardı Allah aşkına?
Evet, bence de yoktu.
Basın Oran Hoca, çok kitap yazdı, çok konuştu, çok ders verdi ama son yıllarda Türkiye’de feminizmin geldiği yeri göremediğinden dolayı baltayı taşa vurdu.
Son 25-30 yıldan beri Türkiye’de büyük burjuvazi, medya ve partiler eliyle feminizm adında bir canavar yaratıldı.
Bu işin en başında da sol maskeli etnik milliyetçiler yer aldı.
Şimdiki zamanda ise sol partili erkeklerin tümü, kadınlardan daha fazla feminist oldular. Kadınların bazı yanlış hâllerini eleştirenlere karşı ilk saldırıyı, kadınlardan önce bu feminist kılıklı erkekler başlatıyor.
Çok ilginç bir durum.
Erkeğin feministi hiç çekilmiyor doğrusu, bana dönmeleri hatırlatıyorlar.
25 yıldır Agos’ta hiç aksatmadan yazı yazan Hocanın şeftaliyi bölen bir ip yüzünden Hrant Dink’in gazetesinden kovulması çok ağrına gitti.
Sol camiada feminist kadınlar, erkekler ve LGBT destekçileri, Baskın Hocaya demediklerini bırakmadılar ama İsmail Beşikçi gibi bazı Kürtçüler de sahip çıktılar. Yunanistan’dan Sevan Nişanyan da Agos’u yerden yere vurarak Baskın Oran’a sahip çıktı.
Bu tartışma bitecek gibi görünmüyor.
Feminist azgınlık, erkeklerin içinde kalmış cinsel duyguların tümünü dibinden kazıyarak onları Osmanlı sarayındaki kızlar ağasına çevirmek ve Baskın Hocanın şahsında erkeklik bilincini tümüyle yok etmek istiyorlar.
İşin cinsellik, feminizm, kadınlık, erkeklik yönünü bir an bir kenara koyarak söyleyelim; bir kişi, sırf görüşlerini farklı bir dille söylediğinden dolayı mahallenin engizisyon mahkemeleri tarafından aforoz ediliyorsa bu daha kötü bir durumdur.
Baskın Oran, görüşlerini dile getirdiği için, Agos, artı-gerçek gibi etnik milliyetçi çevrelerden kovuldu.
Yıllarca onların değirmenine su taşıyan bir adamın kalemini “şeftaliyi bölen ip” yüzünden kırdılar.
Buna kelimenin en hafif deyimiyle vefasızlık denir.
Bu etnikçi çevrelerin “fikir özgürlüğü, sansüre hayır! Fikirler, özgürlük ortamında serpilip gelişir, herkesin, kendi düşüncesini ifade etme hakkı vardır.” gibi laflarının pratikte bir karşılığının olmadığı görüldü.
Bence bu tartışmanın en önemli yönü de burasıdır.
Etnik milliyetçilik ve feminizm, işine gelmediği zaman en yakınını bile harcamaktan çekinmez.
Bir yumrukta işini görür.
Mağduriyet edebiyatı yapan bu çevreler, Baskın Oran gibi örneğinde görüldüğü gibi kurbanın mağduriyetiyle hiç ilgilenmezler.
Baskın Hoca şimdi kendi web sitesine gelen mesajları yayımlayarak günlerini geçiriyor.
Akşam yastığa başını koyduğunda ‘Yıllarca içlerinde çalıştım, köşe yazıları yazdım, kitaplar yazdım, konferanslar verdim. Verdim ama bu cahil çevrelere ifade özgürlüğünün ne olduğunu bile doğru dürüst anlatamamışım. Yuh olsun bana! Bir de kalkıp Cumhuriyetin eğitim sistemine bok atıp duruyorum.’ gibisinden düşüncelerin aklından geçip geçmediğini çok merak ediyorum.



