Tarih

“Büyük Felaket”e Uğrayan Sol!

????????????????????????????????????

Yalanla politika yapanlar…

Bu yıl da kural değişmedi. Koronavirüs önlemleri, sokağa çıkma yasakları, ölüm haberlerinden dolayı kamuoyunda kendisine yer bulamayan haber,  Amerika’dan geldi.

“ABD Başkanı Donald Trump, Ermeni Soykırımı’nın 105’inci yıl dönümüne ilişkin açıklamasında, Ermenice ‘büyük felaket’ anlamına gelen ‘meds yeghern’ ifadesini kullandı.” Beyaz Saray’ın yayımladığı açıklamada, “ 1915 yılından itibaren 1,5 milyon Ermeni’nin sınır dışı edildiğini, öldürüldüğünü ya da tehcir edildiği” belirtilen açıklamada, “Bu günde, yaşamını kaybedenlere ve acı çekenlere saygı duyarken, daha insani ve barışçıl bir dünya geliştirme sözümüzü de yineliyoruz” ifadeleri yer aldı.

Beyaz Saray’dan yapılan bu açıklamadan sonra Türkiye’den, Dışişleri Bakanlığı’ndan açıklama gecikmedi. “İç siyasi mülahazalarla yapılan bu açıklamanın bizim için hiçbir geçerliliği yoktur. Açıklamada serdedilen iddiaları reddediyoruz.” İfadesi kullanıldı.

Ayrıca açıklamada şu görüşlere yer verildi:

“…Bu komisyon kurulduğu takdirde gerçeklerin gün yüzüne çıkacağına inanıyoruz. Bu öneriyi gündemden düşürmeye yeltenenler ise 1915 olaylarındaki sorumluluklarını unutturmak isteyen radikal Ermenilerdir. ABD yönetimi, artık bu gerçeği görmeli ve ona göre hareket etmelidir. Bu vesileyle Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış sürecinde hayatını kaybeden Müslüman, Hristiyan, Yahudi tüm sivil Osmanlı milletlerini saygıyla anıyoruz.”

Şu anda Türkiye’yi yöneten, “Yeni Osmanlı” anlayışına sahip olan hükümete uygun bir açıklama olmuş. Yüz yıldan beri tartışılan bu olayda iki esas unsur var, bunlar bilindiği gibi; Türkler ve Ermeniler… Ermeniler, açıklamada iyi ya da kötü olarak yer alırlarken, Türkler buharlaşıp yok olmuşlar. Osmanlının yıkıntıları üstüne kurulan, yeni Türkiye Cumhuriyeti Türk Ulusunun devletiydi. Bunu böyle bilen Ermeniler de “soykırım” iddialarında Türk Ulusunu sürekli suçluyorlar. 1970’li yıllardan bu yana, Ermeni ASALA Örgütü’nün terör eylemleriyle gündeme gelen bu sorun hakkında Türkiye’de kurulan hükümetlerin ciddiye alınacak hiçbir çabasının olmaması bir kenara not edilecek önemli bir özelliktir. “Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına alma tavrı” bu açıklamaya da sinmiş, Türk Ulusu suçlamalar karşısında, hükümet tarafından sahipsiz bırakılmıştır. Dünyanın değişik ülke parlamentolarında kabul edilen “soykırım” kararlarına karşı doğru dürüst bir çalışma yapmadan, “kınıyoruz”, ”şiddetle reddediyoruz” açıklamalarıyla “sorunun” daha da büyümesine hizmet edilmiştir. Ortada AİHM gibi bir mahkeme kararı varken bu kararı görmezlikten gelip “ ortak komisyon kuralım, inceleyelim” safsatalarını öne sürmek hangi akla hizmettir? Ümmetçi anlayışla “Yeni Osmanlı Devletini”  gerçekleştirme çabasındaki AKP ve diğer hükümetlerin anlaşılmaz(!) politikalarını şimdilik bir kenara koyarak asıl konuya döneyim.

Türkiye’de 2007 yılında kurulan Ermeni sivil toplum örgütü Nor Zartonk (Yeni Uyanış) ile Arjantin Ermenileri Derneği yayımladıkları ortak mesajda, “Ermeni halkı için ve aynı yıllarda soykırıma uğrayan Süryani ve Pontus halkları için adalet ve yüzleşme talep ediyoruz.” diyerek şu aşağıdaki talepleri sıraladılar:

“*Ermenistan- Türkiye sınırı koşulsuz, şartsız açılsın.

*Diaspora Ermenilerine yurttaşlık verilsin.

*Yaşananların bir soykırım olduğu tanınsın ve özür dilensin.

*Soykırım failleri basında ve ders kitaplarında ifşa edilsin.

*Hâlâ okul ve sokak isimlerinde yer alan soykırım faillerinin adlarının, soykırımdan kurtaranların adları ile yer değiştirilsin.

*İnkar propagandası için kurulmuş bütün kurumlar lağvedilsin ve bunlara ayrılan bütçenin toplumsal bir yüzleşme sağlanması için kullanılsın.”

Üstte yer alan taleplere benzer istekler sıralanıp gidiyor. Yalnız, “tazminat” ve birçok Doğu ve Güneydoğu ilini kapsayan “toprak” taleplerini yazmayı unutmuşlar. Siyasi mücadelede böylesine unutkanlıklar hayra alamet değildir, yoksa acemilik belirtisi sayılır, ciddiye alınmazlar. Ben yine de iyi niyetimi(!) bozmadan şeytanın sor dediği soruyu sormaktan kendimi alamıyorum. Acaba toprak taleplerini belirtmeyişlerinin ardında, sakın aynı iller için istekte bulunan “Kürt müttefiklerini” kızdırma endişesi olmasın?

“Soykırım” tezlerini öne süren Ermeniler ve Hrant’ın Dostları,

“İnkarcı, yalancı, Ermenilere karşı nefret ve ırkçılığı her gün üreten Türkiye Cumhuriyeti” sokak ve caddelerinde yürüyüşler, toplantılar yapıp ağzınıza geleni söylüyorsunuz.

Çok iyi bildiğiniz gibi, Azerbaycan’da Rusların desteklediği Ermeni çetelerce 1992 yılında, Karabağ’da Hocalı Katliamı yapılmıştı. Karabağ Türklerini yok etmeye yönelik saldırılarda 613 Azerbaycan vatandaşı öldürülmüş ve 150 kişi de kaybolmuştu.

Size soruyorum, Ermenistan’ın Erivan kentinde Hocalı Katliamını protesto etmeye kalkışan Karabağ Türkleri bırakın gösteri yapmayı, acaba kaç adım yürüyebilirler? Bu göstericilerin başına nelerin geleceğine dair en ufak bir fikriniz var mı? İşgal ettikleri Azerbaycan toprağı Dağlık Karabağ’da gösteri yapan Ermeni askerleri, üzerinde Türkiye ve Azerbaycan bayrakları olan tuğlaları kırarak eğitim yapıyorlar.  Her konuda Türkleri aşağılamayı, küfür etmeyi alışkanlık haline getirenler;  önce kendilerine bakıp, “her gün nefret ve ırkçılık suçu işleyenlerin” asıl kendilerinin olduklarını görsünler.

https://www.youtube.com/watch?v=FPMZhDCbNk8

Türkiye’de, önemli olup ülkede yeni gelişmelere yol açabilecek her siyasi olayın senaryosu Batının güç merkezlerinde yazılır ve Türkiye sahnesinde yerli(!) aktörlerce oynanır. Bu kural 11 Kasım 1938’den beri şaşmaz biçimde uygulanır. Yazılan senaryonun dışında aykırı laf edip çatlak ses çıkaranlar ise bir şekilde oyun dışı bırakılıp, susturulurlar. Bir proje partisi olan AKP’nin kuruluş sürecini gazeteci Arslan Bulut köşesinde şöyle anlatıyordu:

“…Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan ile görüştüğü de basına yansımıştı. Erdoğan’ın “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiği de belirtiliyordu.

Abdullah Gül’de bir taraftan İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret ederek parti çalışmaları hakkında bilgi veriyordu.

CIA şefi Graham Fuller de tam o sıralarda artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve Türkiye’nin Ilımlı İslam’a öncülük etmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Fuller, Fazilet Partisi’ndeki gençlerin baskın çıkacağı ve Yenilikçi Hareket’in Ilımlı İslam’a liderlik yapacağını söylüyordu.”

2002 yılında yapılan seçimle iktidar olan AKP,  “Ilımlı İslam’ı” gerçekleştirmek için ilk yıllarda bürokraside yerleşme, rakip unsurları uzaklaştırma politikaları uyguladı. İktidardaki güç, aslında bir AKP-Gülen koalisyonuydu.  Abdullah Gül’ün, Ağustos 2007’de Cumhurbaşkanı olmasından sonra bu ittifak daha da güçlendi. Batı düşünce kuruluşlarıyla çok samimi(!) ilişkileri olan Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru, köşesinde; “ Ergenekon Operasyonu’nun 5 Kasım 2007 tarihinde Beyaz Saray’da yapılan Tayyip Erdoğan, George W. Bush görüşmesinde kararlaştırıldığını” yazdı. Yapılanlara meşru bir zemin yaratmak ve karşı tarafı şeytanlaştırmak için operasyonlara başlandı.  FETÖ Örgütü, BBP’li tetikçileri kullanarak 19 Ocak 2007 tarihinde Hrant Dink’i öldürdü. Olay büyük tepki yarattı. Sanıkların siyasi kimliği, demeçleri, karakolda bayraklı resim çektirme hepsi birer birer kurgulanmıştı. Yazılan senaryoya göre, elinde silahla masum insanların canına kıyan, sağa sola bomba atan, Danıştay’ı basıp yargıçları katleden “ Faşist Türk Milliyetçiliği”ydi. Oysa Dink cinayetinin üstünden bir hafta geçmeden cinayeti işleyenlerin Fetö Terör Örgütü üyeleri olduğu meydana çıkmıştı. Ama kimse gerçeğin değil, medyada estirilen fırtınaya ayak uydurarak “Ergenekoncu, darbeci, milliyetçi” olan suçluların(!) peşindeydi. Fetö’cü, tetikçi Ahmet Altan,  çıkardığı Taraf Gazetesi’yle operasyon merkezine bağlı olarak yapılan harekatın medya ayağını yönetiyordu. Taraf Gazetesi’nin attığı her başlık, söyledikleri olay oluyordu. “İnsan aklı unutmakla sakatlanmıştır.” diyen atasözümüz var bizim. Gerçekten bazı şeyleri çabuk unutuyoruz. Altan, o meşhur operasyon günlerinde şöyle inciler(!) döktürüyordu.

Taraf – 23 Şubat 2010:

“Şimdi cumhuriyet değişiyor. ‘Diktatörlük’ dönemi bitiyor. Darbeciler gözaltına alınıyor, adaletin önüne çıkarılıyor. Bu halk iradesinin güçlenmesi, bir dönemi son erdirme arzusunun hayata geçirilmesidir. Türkiye’yi bu ülkede yaşayan insanların seçtiği siyasetçiler yönetecek, halkın talepleri siyasete yansıyacak, Kürtlere eşit haklar verilecek, kızların türbanına karışılmayacak.”

Taraf -26 Temmuz 2008:

“1923’te kuruldu 2008’de arınıyor: Bu toplum neredeyse bir asır boyunca ‘devletin çıkarı’ için adam öldürmeyi ‘kutsal bir gelenek’ olarak benimseyenleri sessizce izlemek zorunda kaldı. Şimdi ilk kez ciddi bir davayla karşı karşıyayız. İlk kez hukuk İttihatçı zihniyetin mirasçılarını sanık sandalyesine oturtuyor.”

Taraf-25 Şubat 2011:

“Bugün ‘fuhuş ve askeri casusluk’ davasının iddianamesini okuyacaksınız bizim gazetede. Bir ülkenin kendi ordusundan subayların, iktidarı ele geçirebilmek için neler yapmış olduğunu gördüğünüzde dehşete kapılacağınıza eminim.”

Her bir cümlesi cumhuriyet ve onun değerlerine düşmanlıklarla dolu olan Ahmet Altan, içindeki kini nefreti kusuyor. “Bir kadın memesi karşılığında memleketi satarım” diyen adam, kalkmış topluma ahlak dersi veriyor. Bilindiği gibi, Fetö’cülerin hazırlayıp uygulamaya koydukları davada, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne fuhuş, kadın ticareti yapma gibi iftiralar atılmıştı. Bütün kumpas davaları gibi bu dava da beratla sonuçlanmıştı.

Türkiye’de siyasi aktörlerin yaptıklarına, dediklerine bakıldığında şaşırmamak elde değil doğrusu. Şaşırmak ne kelime, az daha küçük dilini yutacak gibi oluyor insan. Sözü şuraya getireceğim. Hrant’ın Arkadaşları, 2009 yılından itibaren “Hrant Dink Ödülü” vermeye başladı. 2011 yılında ise,  tuttular ödülü Ahmet Altan’a verdiler. Ne denir, ödül onların, karar onların, alan olduktan sonra canlarının istedikleri herkese verebilirler.  Hrant’ı katleden organizasyonun baş aktörlerinden birine ödül vermek nasıl açıklanabilir? Bu kumpas tiyatrosunda; senaryoyu yazanlar, sahneye koyanlar, cinayete azmettirenler, öldürenler, diz çöküp ağıtları tirat edenler aynı ekibin unsurlarıdır. Bir tiyatro oyununun ölüm sahnesinde ki öldürülen rolü bitince ayağa kalkar, oyun sonunda seyirciyi selamlar. Yattığı yerden kalkamayan, bu oyunun gerçek kaybedeni olan Hrant, gerçekten kalkıp çevresindeki “dostlarının” yüzlerine baktıktan sonra bizlere neler anlatırdı acaba?

Yapılan ödül töreni tam bir ibret vesikası, evlere şenlik…

Ödül töreninde yapılan konuşmalar dediklerimi haklı çıkarıyor. Jüri,  Ahmet Altan’a ödülü,

“Türkiye’deki militarizm konularını gündeme taşıyarak, askeri otoritenin kırılması, sorgulanması, eleştirilmesi, ülkede demokrasinin yerleşmesi için çalıştığı, idealleri uğruna mücadeleye devam ettiği, cesur haberlerle gündemi belirlediği” gerekçesiyle verdi. Ödül töreninden sonra yapılan basın toplantısında, bir soru üzerine Altan:

“…Bu hükümet birçok olayın üzerine cesaretle giderken, Dink cinayetinde utandırıcı bir korkaklıkla geride duruyor. Gerekli onurlu ve cesur davranışı göstermiyor. Hrant’ın cinayeti bir gün mutlaka çözülecek, eğer ben o gün hayattaysam söz verdiğim gibi bu ödülü cinayeti ortaya çıkartacak insana vereceğim.” diye konuşuyordu. Ahmet Altan’ın cansiperane mücadele ederek, “İttihat zihniyetin” kalelerini birer birer düşürdüğü Taraf’lı demokrasi mücadelesi ödülü hak ediyordu. Ödül törenine katılan Sırrı Süreyya Önder, Leyla Zana, Gülten Kaya, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün gibi seçkin davetliler Ahmet Altan’ı alkışlıyorlardı.

AKP-FETÖ ittifakı bozulduktan sonra FETÖ’ye ait bankalara, şirketlere basın kuruluşlarına, televizyonlarına el konulmaya başlanmıştı. Bu kurumlara polis baskını olunca, CHP milletvekilleri; Eren Erdem, Faik Tunay, Mahmut Tanal, Oktay Ekşi, Sezgin Tanrıkulu, Şafak Pavey, Barış Yarkadaş, FETÖ’nün kurumları önünde demokrasi mücadelesi(!) veriyorlardı.  Fetö’nün basın imamı Ekrem Dumanlı’ya sahip çıkıyorlardı.

CHP’nin şaşkın milletvekilleri böyle yapar da sosyalist, devrimci kanal, Hayat TV geride kalır mı? Onlar da normal yayın akışını hemen kesip, koştura koştura Zaman Gazetesi’ne gidip FETÖ’ye desteklerini sunuyorlardı.

Ergenekon ve buna benzer davalar operasyonlar, Atlantik ötesinde planlanıp Fetö, AKP marifetiyle kotarılmıştı. Oynanan bu büyük oyunda bazı solcu ve Atatürkçülerde rol almıştı. Öldürülen Hrant Dink’in üzerinden bir “Ermeni mağduriyeti” yaratıldı. Bu kampanyada “ürkek güvercini” anlatan şarkılar, edebi metinler ortaya döküldü. Hedefe konulan “Türk Milliyetçiliği” bir güzel pataklandı.  Ağıtlar, sarı gelin türküleri derken sıra artık “soykırımla yüzleşmeye” gelmişti.

Hrant Dink’in ölüm yıldönümünde ve 24 Nisan’da yapılan gösterilerde taşınan “Soykırımla Yüzleş!” pankartı arkasında Türkiye’nin ünlülerini görmeye başladık.  19Ocak 2015 yılında Hrant Dink adına düzenlenen yürüyüşte; “Yüzleşin Hrant’la, Soykırımla!” pankartı arkasında o dönem, CHP Genel Başkan Yardımcısı Şafak Pavey, milletvekilleri Umut Oran, Süleyman Çelebi, Hüseyin Aygün, Kadir Gökmen Öğüt, Alaattin Yüksel ve Mustafa Moroğlu yürüyordu. 2012 yılında Hrant için yapılan yürüyüşün en önünde Şafak Pavey tekerlekli sandalyesiyle yer alırken,  sandalyesini sürme şerefi tescilli CIA ajanı Cengiz Çandar’a aitti. Soykırım iddiasının 100. Yılında Ermeni asıllı Selina Doğan, Haziran 2015 seçimlerinde İstanbul 2. Bölgeden Kemal Kılıçdaroğlu’nun kontenjanından milletvekili seçiliyordu. Selina Doğan yaptığı adaylık açıklamasında: “Ermeni Soykırımı’nın 100. Yılında aday gösterilmemin simgesel bir anlamı var. Böyle bir dönemde aday gösterilmem çok anlamlıdır. 1915 olaylarının 100’üncü yılında mağduriyet aynı şekilde devam ediyor. O mağduriyetleri yasal zeminde gidermek için elimizden geleni yapacağız.” diyordu. Atatürk’ün ölüm yıldönümünde 10 Kasım 2015 yılında ( Ne tesadüf bir tarih!)  Ankara’nın CHP’li Çankaya ilçesi belediye başkanı Alper Taşdelen tarafından 1915 ‘te olanların soykırım olduğunu anlatan “Dildilan Kardeşlerin Objektifinden Bir Ermeni Ailesinin Yitik Geçmişi” adlı bir “soykırım” sergisi açılmıştı. Sergi, son dönemlerde adına kampanyalar düzenlenen Soros’un derneği Tesev’in kurucu üyesi Osman Kavala’nın desteği ile düzenlenmişti. CHP İstanbul İl Başkanı; Canan Kaftancıoğlu kendi hesabından, Tarihte Bugün: Ermeni Soykırımı başladı. Katledilen Ermeni vatandaşlarımızı anıyoruz, 19. 15’te Taksim’de” “twiti” atıyordu. İl Başkanlığına paraşütle getirilen Kaftancıoğlu’nun randevu saati bile siyasi mesaj yüklüydü.

  Özellikle sol çevrelerde 1915’te olanların bir “soykırım” olduğu genel olarak kabul ediliyor. Evrensel Gazetesi köşe yazarı Yusuf Karataş, “İttihatçılardan, Erdoğan iktidarına Ermeni Kırımı ve Kürt Sorunu” başlıklı bir yazı kaleme almış. Tarih bilgisi zayıf olan birisi bu yazıyı okuduğunda; Osmanlı Ermenileri evlerinde oturmuş sabah kahvelerini içerlerken “Enver Paşa’nın ırkçı, Turancı askerleri” kapıları kırıp evlere girerek, topladıkları Ermenileri meydanlarda, yollarda kırıma uğratarak, kalanları da Suriye çöllerine sürerek büyük bir katliama imza attıklarını sanır. El insaf,  tarihe biraz saygı gösterin! Bir süreci, olayı tüm boyutlarıyla ele alıp değerlendirin. Eskiden sosyalistlerin “ somut durumun somut tahlili” diye bir ilkesi vardı. Bir süreci değerlendirirken nesnel davranarak, tüm boyutlarıyla ele alıp, doğru sonuçlar çıkarma gayreti vardı. Anlaşılan şimdi böyle bir yönteme ihtiyaç kalmamış. Eline kalemi alan yazar gerçeğin değil, birilerini suçlama ve tarihsel olayları çarpıtma peşinde. Osmanlı’da Türkler, toplumun en alt tabakasını oluşturuyorlardı ve devşirme yönetim tarafından aşağılanıp, iktidardan uzak tutuluyorlardı. Devlette servetin kaymağını Ermeni, Rum, Yahudi kesimi yiyordu. Ermeniler, Batılı devletlerin ve Rus çarlığının kışkırtmalarıyla ayaklandılar. 1890 yılından itibaren sürekli isyan çıkardılar. 1909 yılına gelindiğinde ayaklanma sayısı kırkı bulmuştu. 1. Dünya Savaşı sürecinde Sarıkamış yenilgisinden cesaret alan Ermeniler, Van’da, Bitlis’te ayaklanıp şehirleri ele geçirip yerel halka katliam düzenlediler. Daha sonra bilinen tehcir uygulaması gerçekleştirildi. Demek ki Ermeniler durduk yerde mağdur olan bir kesim değilmiş.

Yazarın birde “Turancılık” takıntısı var,  şöyle diyor:

“Osmanlı, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde Enver Paşa’nın öncülüğünde ‘Turancı’ hayaller ve yayılmacı emellerle savaşa sokulmuştu.”

“…Özetle İttiatçılar…Turan hayalleriyle girdikleri savaş sürecinde de tehcir ve soykırımla sonuçlanan bir tasfiye politikası uyguladılar.”

Tarih cahili yazarımız, Osmanlı’nın 1.Dünya Savaşı’na hangi koşullarda, nasıl girdiğinden bile habersiz. “Avrupa’nın hasta adamı” olan Osmanlı, yayılma hayalleri içinde değil varlığını sürdürme peşindeydi. İngiltere, Fransa, Çarlık Rusya’sı kendi aralarında Osmanlı topraklarını paylaşmışlardı. Ekim Devrimi sonrası Sovyetler,  yapılan bu gizli anlaşmayı deşifre etmişlerdi. Osmanlı,  Enver Paşa’nın kişisel ihtirasları ve bunu iyi değerlendiren Alman Genel Kurmayının marifetleriyle savaşa sokulmuştu. 10 Kasım 1914’te Almanya ile yapılan gizli anlaşma ile Osmanlı %6 faizle 5 milyon lira karşılığında savaşa girdi. 11 Kasım 1914’te Padişah 5. Mehmet, “Cihad-ı Ekber” ilan etti. İngiliz, Fransız ve Çarlık Rusya’sı yönetimindeki Müslümanları ayaklanmaya, cihada çağırdı. Osmanlı’nın savaş sürecinde Turancılık diye bir politikası hiçbir zaman olmadı. Osmanlı Ordusu, Alman emperyalizminin çıkarları doğrultusunda özellikle İslam motifi kullanılarak, bir oraya bir buraya sürülerek, telef edildi. Anadolu’nun işgal edildiği, Enver Paşa’nın Sovyetler Birliği’ne kaçtığı, bütün kapıların yüzüne kapandığı koşullarda, son bir çırpınış olarak girdiği macerayı genelleştirerek, Osmanlı devlet politikası olarak sunmak, cehaletten kaynaklanmıyorsa en hafifinden aymazlıktır. Yazar, Turancılık’la, iddia ettiği “Ermeni Soykırımı”nı  yan yana getirerek aklınca Türk ulusunu karalamaya çalışıyor.

Erdoğan, 2014’te yayımladığı 24 Nisan mesajında “Osmanlı vatandaşı Ermenilerin yaşadığı acıları paylaşmanın insanlık vazifesi” olduğunu söyleyip “Torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.” derken özelde ( her zaman olduğu gibi) Türkleri saymayı unutuyordu(!). Türkiye’de ister sağ olsun isterse de sol olsun Batıdan gelen tezler bu kesimlerce ısrarlı bir şekilde savunuluyor. Partilerde, kitle örgütlerinde yönetimlere taşınmış kişilerin savundukları görüşlerin özelde solla, sosyalizmle bir ilgisi yoktur. Özellikle sol örgütlerin yönetimindekiler, mensup oldukları etnik yapının milliyetçi, ötekine karşı besledikleri nefret duygularını sosyalizm sosuna batırıp topluma sunuyorlar. TKP taraftarı Aydemir Güler’in 24.04.2020 tarihinde kaleme aldığı “Büyük Acı Üremeye Devam Ediyor” başlıklı yazıda, Türk düşmanlığı ve Ermeni mağduriyetinden başka bir şey yok! En solundan, sosyal demokratına kadar her kesimin aynı temel tezlerden hareket etmeleri dikkate değerdir.

Soykırım, tarihte ilk kez, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tartışma konusu oldu. Nazilerin Yahudilere karşı uyguladıkları toplu yok etme politikaları soykırım olarak değerlendirildi. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün 1948 yılında kabul ettiği, 1951 yılında yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme”den sonra “soykırım” “suç” kapsamına alındı. Bu tarihten önce insanlığa karşı işlenmiş her türlü toplu öldürme suçları soykırım kapsamı dışı bırakıldı. Geçmiş tarihlerde örneğin, Haçlıların geçmiş oldukları topraklarda yaptıkları, Batılıların sömürgelerdeki uygulamaları, Amerikalıların Kızılderili katliamları içlerinde her türlü vahşeti barındırsa bile soykırım olarak değerlendirilemez.  İnsanlığa karşı işlenen bir suçun soykırım olup olmadığına parlamentolar değil, ‘yargı’ karar verir.  Nitekim,  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aldığı kararla “soykırımcı tezleri” geçersiz kılmıştı. 1915 yılı olayları hakkında dünyada bu güne kadar alınmış bir tane bile yargı kararı yoktur. İngilizlerin 1918 yılından sonra İttihatçıları yargıladıkları Malta Duruşmaları’ndan da konuyla ilgili bir mahkumiyet çıkmamıştır.

Sosyalizmin tarihine bakacak olursak, Lenin ve onun Bolşevik Partisi 1915’te olanları “karşılıklı kırım” olarak değerlendirmiştir. Sovyetlerin dağılmasından sonra Rus arşivlerinin açılmasıyla pek çok belge gün yüzüne çıktı. Ermenistan’ın ilk Başbakanı Yohannes Kaçaznuni 1923 Taşnak Kongresi’nde: “Denizden denize Ermenistan hayali için ayaklandık, olayların sebebi biziz, aldatıldık. Türklerin uyguladıkları tehcir amaca uygundu. Kendi dışımızda suçlu aramayalım. Yüzlerce yıl birlikte yaşadık, şimdi Türklere bakacak yüzümüz kalmamıştır.” diyordu.   Tüm bu belgeler, Türk tezlerini doğrular niteliktedir. Dilin kemiği yok! İsteyen istediği gibi konuşuyor. Ortalıkta 1,5 milyon Ermeni’nin katledildiği yalanı dolaşıyor. Tarihe meraklı olan bir kişi, yalana değil de; Amerikan, Rus, Sovyet, Türk kaynaklarını incelediğinde gerçeğin iddia edildiği gibi olmadığını görecektir.  Bugün itibarıyla kayıpların sayısı net olarak bellidir. Değişik ülke belgeleri karşılaştırıldığında Ermeni can kaybı : 130-170 bin arasındadır. Karşı tarafa çok ağır ithamlarda bulunan Ermeni çevrelerinin Ermenistan’daki ve Amerika’da bulunan Boston Merkezi’ndeki belgeleri incelemeye açmamaları, kamuoyundan bir şeyleri gizlediklerinin göstergesidir.  Ermeni soykırımı iddiaları emperyalist bir yalandır. Emperyalist ülkelerce kotarılıp piyasaya sürülen tezlerin amacı Türkiye’yi bölmeye yöneliktir. Türkiye’de bu işin savunuculuğunu yapanlar, hangi siyasi görüşten olurlarsa olsunlar vardıkları yer emperyalizm işbirlikçiliğidir. “Soykırım” yaygarası ve Türk düşmanlığı yapanların Avrupa Birliği, Soros, Amerikan Vakıflarıyla dostlukları dikkate değerdir. Avrupa Birliği fonlarından aldıkları Eurolarla Türkiye’de Atatürkçülük, solculuk, sosyalistlik yapanların, onların yıkım projelerine ortak olanların halka, zarardan başka verecekleri bir şey yoktur.  

Yazar hakkında

Ferit Gültekin

Yorum bırak

46  +    =  55

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.