Eğitim

Madalyonun Öteki Yüzü

Görünüş çoğu zaman aldatıcıdır.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, “Telafide ben de varım” etkinlikleri kapsamında öğrencilerle buluşarak Ankara’daki Eymir Gölü çevresinde bisiklet turu yaptı. Öğrencilerle birlikte pedal çeviren Selçuk, onlarla sohbet etti. Basın temsilcilerine, “Bütün Türkiye’de 500 bine yakın etkinliğimiz var. Bu salgın dönemindeki içe kapanmanın, bu içeride kalmanın getirdiği daralmanın bir açılımı olsun istiyoruz. Çocuklarımızla birlikte Türkiye’nin her yerinde, her gün bu tür faaliyetler yapalım istiyoruz.” dedi.

Ziya Selçuk, Milli Eğitim Bakanı olarak gittiği illerde yukarıdakine benzer etkinliklere katılıyor. Bolu’ya gittiğinde ise çocuklarla birlikte kamp yapıyor.

Hatta gölde kanoya binerek kürek sallıyor.

Nasrettin Hoca gibi ok atıp hedefi şaşırıyor.

Yapılan gezilerde bir bakan olarak kasılmadan, çevresinde toplanan insanlara tepeden bakmadan, öğrencilerle neşeli sohbetler ederek ne kadar alçak gönüllü olduğunu dosta düşmana gösteriyor. Bir de onlarla selfi çekerek çağın gereklerini yerine getiren bir bakan olduğunu kanıtlıyor.

Yapılan bu etkinlikler, basına verilen fotoğraflar başta TRT ve yandaş kanallarda, gazetelerde yer buluyor. Milli Eğitim Bakanı’nı televizyonda gören vatandaş, “Vay be! Bizim bakan hiç kasıntı değil! Çok babacan adam… Aşk olsun ona… Bakanlık adama yakışıyor. Çocuklarımız doğru adama emanet edilmiş.” diyor.

Verilen bu görüntülerden etkilenen muhalif çevreler de Milli Eğitim Bakanı Selçuk’a karşı oldukça yumuşak bir muhalefet yapıyorlar. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya atılan eleştiri oklarının çeyreği bile Ziya Selçuk’a atılmıyor.

Kamuoyunda Selçuk, “Çağdaş, modern, iyi şeyler yapmak için çabalayan, olumlu düşünen” bir bakan olarak tanınıyor.

Kendi kendime, ‘Yukarıda çizilen resim, gerçeği ne kadar ifade ediyor?’ diye düşünürken, Bakan Bey’le ilgili bir habere gözüm takıldı.

CHP milletvekillerinden biri, “4-6 yaş grubu çocuklardan ne kadarı Kur’an kursuna gidiyor?” sorusunu da kapsayan soru önergesini Milli Eğitim Bakanlığı’na veriyor. Bakanlık adına soruyu yanıtlayan Ziya Selçuk, Sorduğunuz konuyla ilgili Bakanlığımızda böyle bir bilgi bulunmamaktadır.” yanıtını veriyor.

Verilen bu yanıt, Milli Savunma Bakanlığı’ndan sonra bütçeden en çok pay alan Milli Eğitim Bakanlığı’nda işlerin kara düzen yürüdüğünün itirafıdır.

Bakanlık; çocukların nerede, nasıl bir eğitim aldığından haberi yok!

Bu çağda, her türlü bilginin kayıt altına alındığı bir dönemde böyle bir şey olabilir mi?

Olamayacağına inandığımdan konuyu biraz araştırdım.

Sorunun yanıtını Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan öğrendim. Bizim Milli Eğitim Bakanlığı çocukların eğitim işini meğerse Diyanet’e teslim etmiş de bizim haberimiz olmamış.

17 Eylül 2011 tarihinde 28057 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname’nin 15. maddesiyle Kur’an kurslarının önündeki yaş engeli kalkmıştı. Böylece her yaş grubundan çocukların dini eğitim almasının yolu açılmıştı. Konuyla ilgili Diyanet Haber, şöyle diyor:

…TÜİK’ten aldığımız veriye göre ülkemizin 4-6 yaş çocuk nüfusu 3 milyon 980 bin 361’dir. 5-9 yaş grubunda ise 6 milyon 6 yüz 61 bin çocuk nüfusumuz bulunmaktadır. Kurslarımızda eğitim gören çocuk sayımız 2020 yılının ilk yarısı itibarıyla 160 bindir. Saha çalışmalarının ortaya koyduğu verilerden hareketle bireyin kişilik özelliklerinin %80’inin 7 yaşından önce tamamlandığını dikkate aldığımızda ne kadar geç kalınan bir alan olduğu net bir şekilde fark edilmektedir. Bu farkındalık kapsamında çocuklarımızın dini eğitimi ihtiyacının bilimsel, pedegojik ve psikolojik boyutlarının geniş çaplı değerlendirilerek ulusal bazda gerekli adımların atılması zorunluluğu izahtan varestedir.

Kaynak: diyanethaber.com

Diyanet İşleri’nin açıklamalarına göre, 4-6 yaş grubu çocuklarından 200 bini aşkın çocuk, Kur’an kursuna gidiyormuş. Bu bilgiyi açıkça yayın organlarında paylaşıyorlar. Anlaşılan Milli Eğitim Bakanlığı’ndan hiç kimse Diyanet’in çıkardığı dergileri, duyuruları okumuyor. Okumuş olsalardı, bu bilgiyi edinip soru önergesi veren milletvekilini bilgilendirirlerdi.

Bu kadar kötü yönetim olabilir mi?

Olamayacağına göre bizim Milli Eğitim Bakanlığı bazı gerçekleri bizden saklıyor.

En başta belirteyim; Dini eğitim ailenin sorunudur. Toplumun sorunu alamaz. Çocuğuna dini eğitim verip vermeyeceğine, verecekse de ne kadar, nasıl bir eğitim vereceğine aile karar vermelidir. Çocuğa verilecek dini eğitime siyaset karışıp o belirleyici olursa toplumda tartışmalar hiç bitmez. Din,siyasetin bir oyuncağı olur. Bir toplum çok farklı sınıf, tabaka, inanç gruplarından meydana gelir. Bırakalım farklı inanç gruplarını İslamiyet’in kendi içinde yüzlerce birbirinin zıttı anlayışlar var. Bu inanç gruplarının birçoğu kendi gibi düşünmeyenleri İslam içinde saymayıp “katli vaciptir.” fetvası verebilmektedir.

Çocuklara hangi dinin, hangi mezhebin, hangi cemaatin görüşleri anlatılacak?

Okulda, kursta ailenin inançlarına tamamen ters düşen bilgiler öğretilirse o zaman ne olacak?

Zorunlu eğitim kapsamında zorla, Müslüman olmayan ailelerin çocuklarına ‘Dinde zorlama yoktur.’ diyerek sünni Müslümanlık öğretildi.

Diyanet, kendi çıkarları için bilimi de ters yüz ediyor. Pedagoji, psikoloji bilimleri bu konuyla ilgili ne söylüyorsa Diyanet tersini söylüyor. 4-6 yaş grubundaki çocuklar, soyut kavramları anlayamazlar. “Cin, melek, cennet, cehennem, Allah, peygamber” gibi kavramlar çocuklara bir şey ifade etmez. Çocuğa ezberletilmiş şeylerin çocuk tarafından söylenmesi ancak büyükleri tatmin eder.

Diyanet İşleri, milyonlarca çocuğu 9 yaşına gelene kadar tümünü dini eğitimden geçireceğini ilan ediyor. Bu planı da adım adım gerçekleştiriyor. Kur’an Kursu eğitimi, kullanılan materyaller, mezuniyet töreni, süsleri, giysiler bir sektör olup çıkmış. Alttaki fotoğrafta Kur’an kursunu tamamlamış olan öğrenciler mezuniyet törenine katılmışlar. Müftülükten yetkililer de törende hazır bulunuyorlar. Ama görüntüde bir terslik olsa da hiç önemli değil! Çocuklar aynı ilk, orta, lise ve üniversite öğrencileri gibi papaz elbisesi giyerek törene katılmışlar. ‘Kur’an kursunda da papaz elbisesi olur mu?’ diye bir soru sormayın. Sormayın çünkü, küreselleşme döneminde yaşıyoruz. Küresel güçler her şeyi, Müslümanlığı da kendilerine benzettiler. Cüppe ve kep küresel eğitim sisteminin bir üniformasıdır. Norveç’ten Güney Afrika’ya, Kanada’dan Japonya’ya kadar bütün öğrenciler aynı giysileri giyip tören sonunda kepleri havaya birlikte fırlatırlar. Allah’ın yolundan gittiğini sananlar nereye gittiğini bilmeden sele kapılmış kütük gibi bir o yana bir bu yana çarparak giderler. Bu konuyu daha önceden Horozlu Ayna’da “Cüppe, Sarık ve Kep” adlı yazıda değerlendirmişti.

Çocuklar mezuniyet törenlerinde kızlar ayrı erkekler ayrı taç giyiyorlar. Törende o yörenin mülki amirleri ve müftülük yetkilileri, veliler hazır bulunuyorlar.

Medyada verilen resimle gerçeğin kendisi taban tabana zıt!

Türkiye’de her kurum uygulamalarını dini referans alarak yapıyor. Yaşam biçimi yukarıdan insanlara dayatılıyor. Bu işin sonunun nereye gideceğini oyunu kurgulayanlar da dahil olmak üzere kimse bilmiyor. Önümüzde Pakistan, Afganistan örnekleri duruyor. “Hayır! Biz farklıyız, asla onlar gibi olmayız.” diyenler için çok eskiye gitmeye gerek yok, ülkenin 30- 40 yıl öncesiyle bugün yaşadıklarımızı kıyaslasınlar da öyle konuşsunlar.

Yazar hakkında

Yağmur Bayraktar

Yorum bırak

  ⁄  3  =  2

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.